Atatürk, Son Yazılar, Vatan için

Güzel Sanatlar

Paylaş; başkaları da faydalansın!

Resimli Atatürk ResimleriGüzel Sanatların tanımı

Sanat, güzelliğin ifadesidir. Bu ifade sözle olursa şiir, ezgi ile olursa musiki, resim ile olursa ressamlık, oyma ile olursa heykeltraşlık, bina ile olursa mimarlık… olur.

(Ahmet Cevat Emre, Muhit Mec, Sene: 1, No: 2, 1928, s. 84)

Atatürk tarafından yazdırılmıştır:

Güzel sanatlar terimini, Türkler zannediyorum pek haklı olarak 1-Musiki, 2-Resim, 3-Heykeltraşlık, 4-Edebiyat, 5-Mimarlık, 6-Rakstan oluşmuş saymışlardır. Bu dal, insan topluluklarının yüksek niteliğini belirlemede çok büyük önem taşır. Bu yüksek değer, yüksek incelik, beceri, ince yetenek ve işte bunların hepsini yapabilmek, sanatkârlığın birleşmiş ifadesidir. Bu sorun üzerinde bizim de, çocuklarımızın da esaslı olarak durmanız gerekir.

1936 (Cevat Abbas Gürer, Cumhuriyet gazetesi, 10.X1.1941)

Güzel sanatların önemi

İnsanlar olgunlaşmak için bazı şeylere muhtaçtır. Bir sanatların millet ki resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir önemi millet ki tekniğin gerektirdiği şeyleri yapmaz; itiraf etmeli ki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur. Halbuki bizim milletimiz, gerçek özellikleriyle uygar ve ileri olmaya lâyıktır ve olacaktır.

1923 (Atatürk’ün S.D.11, s. 67)

Bir sohbet sırasında ressam Çallı İbrahim’e söylemiştir:

Aynı milletin çocuklarının hep beraber bulunarak birbirlerini tanımaları, birbirlerini sevmeleri ve bu birlik sevgisinden çıkacak yüksek duygulara aynen uymaları güzel bir şeydir. Eğer güzel sanatlar mensubu bir kişi olarak siz bunu gösterirseniz, bütün millete ve bütün insanlığa hizmet edersiniz.

(Hasan Cemil Çambel, Dünya gazetesi, 30.8.1952)

Fikirler ve devrimler, sanatla yayılır.

(Atatürk’ten B.H., s. 84)

Güzel sanatların her dalı için, Kamutay’ın göstereceği ilgi ve emek, milletin insanca ve uygar yaşamı ve çalışkanlık veriminin artması için çok etkilidir.

1936 (Atatürk’ün S.D.I, s. 373)

Atatürk tarafından yazdırılmıştır :

Güzel sanatlarda başarı, bütün devrimlerin başarıldığının en kesin kanıtıdır. Bunda başarılı olamayan milletlere ne yazıktır! Onlar, bütün başarılarına rağmen uygarlık alanında yüksek insanlık sıfatıyla tanınmaktan daima yoksun kalacaklardır.

1936 (Cevat Abbas Gürer, Cumhuriyet gazetesi, 10. 11. 1941)

Sanatçının değeri

Tiyatro sanatçılarına söylemiştir:

Efendiler… Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz; hattâ cumhurbaşkanı olabilirsiniz; fakat, sanatçı olamazsınız. Yaşamlarını büyük bir sanata adayan bu çocukları sevelim…

1930 (İ. Galip Artan Anlatıyor, Ses dergisinden alıntı, Sümerbank dergisi, Cilt: 3, Sayı: 29, 1963)

Elini öpmek isteyen tiyatro sanatçılarına söylemiştir:

– Sanatçı el öpmez; sanatçının eli öpülür!

1930 (Vasfı Rıza Zobu, O Günden Bu Güne, s. 323)

Bursa’da temsil veren tiyatro sanatçılarına söyledikleri:

Sizleri çok takdir ederim. Devrimimizde sizin de önemli hizmetleriniz vardır. Sanatınızı meslek edinerek engelleri yenmeye kararlı olmanızı, arkadaşlarınızla samimî olarak geçinmenizi bilhassa öğütlerim. Sizin vatana en büyük hizmetiniz, Anadolumuzu baştan başa dolaşıp halkımıza sanatın ne olduğunu anlatmanız olacaktır.

1926 (Atatürk’ün S.D.V, s. 44)

Sanatçının tanımı

Ankara Halkevi’nde ressamlarla sohbet sırasında söyledikleri: Arkadaşlar, siz ressamlarla konuşmak ve sanatçının basit bir tarifini yapmak için gelmiş bulunuyorum. Gerçi sizlerin meslekî faaliyetinizin ve uzmanlığınızın bulunduğu bu alanda sanatçıyı tarif etmek ve size sizden söz etmek garip olur amma.. Sanatçıyı tarif eden pek çok sanatçının sözlerini bilirsiniz; fakat ben size sanatı ve sanatçıyı bildiğiniz tariflerden bambaşka, daha doğrusu askerce bir tarifle anlatmak istiyorum: Ben bir bölük komutanıyım, rütbem yüzbaşıdır. Üstümden emir aldım; karşıdaki tepeyi düşmandan gün doğmadan alacağım. Bu emir üzerine bütün erlerin donatımını tamamlayıp savaş hazırlığını yaptıktan sonra karşıdaki tepeyi, gün doğmadan işgal edeceğimizi bölüğüme söyledim. Saldırı başladı. Ama tepenin önünde geniş bir vadi var; bu vadinin ne kadar zamanda geçilebileceğini tahmin ve hesap etmiş olmama rağmen bu tahmin ve hesapta yanılmışız.

Düşmanın da umduğumuzdan daha kuvvetli hazırlığı ve inatçı bir şekilde savunmasıyla karşılaşmış bulunuyoruz ve gün doğmak üzeredir. Biz, aldığımız emre göre, gün doğmadan tepeyi işgal edecektik. “Gün doğmak üzeredir” diyerek bu tepeyi işgalden vaz mı geçelim? Hayır, zarar yok, geç de olsa, gün de doğsa amacımıza erişeceğiz. Saldırı, bütün gücü ve şiddeti ile devam ediyor. Büyük bir cesaretle dövüşe, dövüşe tepenin eteklerine kadar yaklaşmış aslan erlerin tepeyi işgali artık bir dakika sorunu olmuştur. Güneş yavaş yavaş doğmakta, ancak yarım çember halinde iken bu tepenin zirvesini ışıldatmaktadır. Fakat birkaç tane er, ellerindeki Türk bayrağını tepenin ışıldayan zirvesine dikmek için bütün gücü ile koşuyor ve tepenin zirvesine şanlı Türk bayrağını dikerken terlemiş alnına günün ilk ışığının vurduğunu hissediyor.

İşte sanatçı da, toplumda uzun çalışma ve çabalardan sonra alnında ışığı ilk hisseden insandır.

(İbrahim Ceyhan, Atatürk’e Göre Sanatkâr, Atatürk’e Ait Hatıralar, A. Hidayet Reel, s. 159 -160)

Yabancı bir ressamın yaptığı yağlıboya portresinde, bazı arkadaşlarının benzeyişte kusur bulmaları üzerine söyledikleri:

– Olabilir! Fakat inanır mısınız, bu portre bir aralık bana son derece benzemişti; fakat, üstat durmasını bilmedi! Sanatçılar, komutanlar gibi durmasını bilmelidirler; yoksa, vardıkları başarı düzeyinden iniş başlar.
(Atatürk’ten B.H., s. 39)

Edebiyatın tanımı, anlamı ve amacı

Edebiyat denildiği zaman şu anlaşılır: Söz ve anlamı, yani insan beyninde yer eden her türlü bilgileri ve insan karakterinin en büyük duygularını, bunları dinleyenleri veya okuyanları, çok ilgilendirecek biçimde söylemek ve yazmak sanatı. Bunun içindir ki edebiyat, ister nesir halinde olsun, ister nazım şeklinde olsun, tıpkı resim gibi, heykeltraşlık gibi özellikle musiki gibi, güzel sanatlardan sayılagelmektedir.

İnsanlıkta, en müspet bilim ve en ince teknik esaslarına dayanan yaşamla ve kanla karşılaşmak, kendileri için alında yazılı olan askerlik gibi yüksek bir idealist meslek dahi, kendini içinde bulunduğu topluma anlatabilmek ve bu büyük insanlık ve kahramanlık yolculuğunu hazırlayabilmek için, uyandırıcı, hedeflendirici, yürütücü ve sonunda özverili ve kahraman yapıcı aracıyı, edebiyatta bulur. Bu nedenle, edebiyatın her insan topluluğu ve bu topluluğun bugününü ve geleceğini koruyan ve koruyacak olan her kuruluş için, en esaslı eğitim araçlarından biri olduğu kolaylıkla anlaşılır.

Bunun içindir ki Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı, edebiyat öğretiminde şu noktalara, bilhassa önem ve değer vermelidir:

a) Türk çocuğunun kafasını, yaradılışındaki dikkat ve itinaya göre oluşturmak. Bu, Cumhuriyetin sağlık düzeni ile ilgilenen bakanlığa da yönelen bir görevdir.

b) Güzel korunan Türk kafa ve zekâlarını açmak, yaymak, genişletmek. Bu, özellikle Millî Eğitim Bakanlığı’nın görevidir. Bununla birlikte olarak, yetenekli Türk çocuk kafalarına pozitif bilim ve maddî teknik kavramlarını, yalnız kuramsal olarak değil, aynı zamanda pratik araçlarla da yerleştirmek.

c) Bir taraftan da, Türk kafalarındaki yetenekleri, Türk karakterindeki sağlamlıkları, Türk duygularındaki yükseklik ve genişlikleri, kendilerini hiç zorlamadan, doğal bir şekilde ve olduğu gibi ifadeye onları alıştırmak.Bunlar yapılınca, sonuç şu olacaktır: Türk çocuğu konuşurken, onun ifade ve anlatış tarzı, Türk çocuğu yazarken, onun ifade üslubu, kendisini dinleyenleri, onun yürüdüğü yola götürebilecek bu yeteneği sayesinde, Türk çocuğu kendisini dinleyen veya yazısını okuyanları, peşine takarak yüksek Türk ülküsüne iletebilecek, ulaştırabilecektir. Bu edebiyat anlayışı, böyle bir edebiyat öğretimi sayesindedir ki, edebiyat anlamından anlaşılan amaca varmak mümkün olabilir.

1937 (Afetinan, Atatürk Hakkında HB., s. 272-273)

Şairin tanımı

İnsanlarda birtakım ince, yüksek ve temiz duygular vardır ki insan onlarla yaşar. İşte o ince, yüksek, derin ve temiz duyguları en fazla duyabilen ve diğer insanlara duyurabilen, şairdir.

(Ahmet Cevat Emre, Muhit Mec, Sene: 1, No. 2, 1928, s. 65)

Türk Devrimi’nin şairi

29 Ağustos 1928 akşamı Dolmabahçe Sarayı’nda çoğunluğu şair ve yazarlardan oluşan bir sofrada şair Halit Fahri Ozansoy’a yazdırmıştır :

Kesinlikle, içinde bulunduğun parlak Türk döneminde şair olduğunu kanıtlayacaksın. Şiirlerin şen, neşeli, çalışkan Türk milletinin sevinç, neşe, faaliyet, duygu ve hareketlerini şakıyacaktır. Buna varlığını vereceksin! Kökü çok büyük olan, dalları ondan daha büyük olacak olan bir ırkın çocuğu olarak, bağlı bulunduğun millete lâyık şiirler yazacaksın. Bunu yaparsan kimse itiraz edemez ve kabul ediyorum ki, o zaman başardım diyeceksin.

1928 (Halit Fahri Ozansoy, Edebiyatçılar Çevremde, 1970, s, 263)

Edebiyat sevgisi

Ben edebiyatı ve şiiri severim.

1915 (İbrahim Al3aettin Gövsa, Acılar, s. 9)

Güzel konuşma

Güzel konuşmak İçin, serbest olmak ve kelimelerin anlamlarını yerinde yapılan jestlerle kuvvetlendirmek gerekir.

1932 (Lütfı Aksoy, Atatürk’e Alt Bilinmeyen Hatıralar, Yeni Mecmua, No: 19. 8.9.1939)

Musiki hakkında

Yaşamda musiki gerekli midir? Yaşamda musiki gerekli değildir; çünkü yaşam musikidir. Musiki İle ilgisi olmayan yaratıklar insan değildirler. Eğer söz konusu olan yaşam, insan yaşamı ise musiki kesinlikle vardır. Musikisiz yaşara, zaten var olamaz. Musiki yaşamın neşesi, ruhu, sevinci ve her şeyidir. Yalnız musikinin türü, üzerinde düşünmeye değer.

1925 (Atatürk’ün S.D. II, s. 231-232)

Musikide yenilik

Güzel sanatların hepsinde, ulus gençliğin ne türlü ilerletilmesini istediğinizi bilirim. Bu, yapılmaktadır. Ancak, bunda en çabuk, en önde götürülmesi gerekli olan Türk mu-sikisidir. Bir ulusun yeni değişikliğine ölçü, musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir.
Bugün dinletmeye yellenilen musiki, yüz ağartacak değerde olmaktan uzaktır. Bunu açıkça bilmeliyiz. Ulusal, ince duyguları, düşünceleri anlatan yüksek deyişleri, söyle yişleri toplamak, onları bir gün önce, genel son musiki kurallarına göre işlemek gerektir. Ancak bu düzeyde, Türk ulusal musikisi yükselebilir, evrensel musikide yerini alabilir.

1934 (Ayın Tarihi, Sayı 12, 1934. s. 23)

Atatürk tarafından yazdırılmış nottan:

Bir millet çok şeyde devrim yapabilir ve bunların hepsinde de başarılı olabilir; fakat, musiki devrimidir ki, milletin yüksek gelişiminin işaretidir.

1936 (Cumhuriyet gazetesi, 5.9.1936)

Çankaya’da müzisyenlere söylemiştir :

Osmanlı musikisi, Türkiye Cumhuriyetindeki büyük devrimleri anlatacak kudrette değildir. Bize yeni bir musiki gereklidir ve bu musiki özünü halk musikisinden alan çok sesli bir musiki olacaktır. Alışkanlık dediğiniz şeye gelince, sizin Osmanlı musikinizi Anadolu köylüsü dinler mi? Dinlemiş mi? Onda o musikinin alışkanlığı yoktur.

1934 (AAdnan Saygun, Atatürk ve Musiki, s. 48-49)

Musikisiz devrim olmaz.

(Falih Rıfkı Alay, Çankaya 1969, s. 410)

Nasıl bir musiki istiyoruz?

Eski musikiyi batı musikisine üstün çıkarmak için çalışanlar bir ufak gerçeği fark edemez görünürler. Bu gerçeği kısaca ifade etmek gerekirse diyebiliriz ki, bütün bu canlandırma işinde ele alınan musiki parçaları, Türklerin herhangi bir âyinde, şenlikte bütün maddî ve duygusal yeteneklerini yüksek derecede kullanarak oynamalarına yarayan ezgilerdir. Bu bölümden olan musikiyi bugünün dans parçaları gibi saymakta hata yoktur. Ancak, bugünkü Türk kafası musikiyi düşündüğü zaman yalnız basit oyunlara yarayacak, insanlara basit ve geçici heyecan verecek musiki aramıyor. Musiki dendiği zaman, yüksek duygularımızın, yaşam ve anılarımızın ifadesini bulan bir musiki istiyoruz. Bugünkü Türkler musikiden, diğer yüksek ve duyarlı toplumların beklediği hizmeti bekliyor. İşte bu bakımdan klâsik Osmanlı musikisini canlandırmaya çalışanların çok dikkatli bulunmaları gerekir.

Biz, bir Türk bestesini dinlediğimiz zaman ondan geçmişin uyanma bırakması gereken hikâyesini kalbimize giren oklar gibi duymak isteriz. Acı olsun, tatlı olsun biz, bir beste dinlerken ve farkında olmaksızın duygularımızın incelir olduğunu duymak isteriz. Bütün bunlardan başka musikiden beklediğimizin maddî, fikrî ve duygusal uyanıklık ve çevikliğin kuvvetlendirilmesi olduğuna şüphe yoktur. Yeni şairlerimizden, ediplerimizden, musiki bilginlerimizden ve özellikle ses sanatçılarından istediğimiz ve aradığımız budur.

1938 (Kemal Ünal, Ulus gazetesi, 10.X1.1939)

Bizim gerçek musikimiz, Anadolu halkında işitilebilir.

1930 (Ayın Tarihi, Sayı: 73, 1930)

Musiki ve Türk’ün mizacı

Bu gece burada güzel bir tesadüf eseri olarak doğunun en seçkin iki musiki topluluğunu dinledim. Fakat, benim Türk duygulan üzerindeki gözlemim şudur ki, artık bu musiki, bu basit musiki, Türk’ün çok açık ruh ve duygusunu doyurmaya yeterli olamaz. Şimdi karşıda uygar dünyanın musikisi de işitildi. Bu ana kadar doğu musikisi denilen şarkılar karşısında cansız gibi görünen halk, derhal harekete ve faaliyete geçti. Hepsi oynuyorlar. Bu pek doğaldır. Gerçekten, Türk yaradılıştan şen ve neşelidir. Eğer onun bu güzel huyu bir zaman için fark olunmamışsa, kendinin kusuru değildir. Kusurlu hareketlerin acı, felâketli sonuçları vardır. Bunu fark etmemek, suçtur. İşte Türk milleti bunun için gamlandı. Fakat, artık millet hatalarını kanı ile düzeltmiştir; artık gönlü rahattır, artık Türk şendir, yaradılışında olduğu gibi. Artık Türk şendir, çünkü ona ilişmenin tehlikeli olduğu tekrar kanıt istemez, inancındadır. Bu inanç aynı zamanda temennidir.

1928 (M.E.İ.S.D.I, s. 32-33)

Bizler alaturka müziğe alışmışız; ama, yeni kuşaklar alafranga müziğe alışmalıdırlar.

(Kâzım Özalp, Özalp Atatürk’ü Anlatıyor, Milliyet gazetesi, 27X1.1969)

Çocuklarımızın ve gelecek kuşakların musikisi, batı uygarlığının musikisidir.

(Falih Rıfkı Atay, Çankaya, 1969, s.410)

Klâsik Türk musikisi

Biz, çok defa, bu musikinin tam onurunu bulamıyoruz. İşte bu dinlediğimiz, gerçek Türk musikisidir ve hiç şüphesiz, yüksek bir uygarlığın musikisidir. Bu musikiyi, bütün dünyanın anlaması gerekir. Fakat, onu bütün dünyaya anlatabilmek için, bizim milletçe, bugünkü uygar dünyanın düzeyine yükselmemiz gerekir.

(Mesut Cemil Anlatıyor: Nükte, Fıkra ve Çizgilerle Atatürk 11,1954, Der : NA. Banoğlu, s. 52)

Biz batınınkini saygıyla dinlediğimiz gibi, bizim musikimiz de bütün dünyada saygıyla dinlenecek bir durumda olmalıdır.

(Osman Ergin, Hafız Yaşar Okur’dan naklen,Türkiye Maarif Tarihi, Cilt: 5, 1943, s. 1534-1535)

Zeybek oyunu

Bu oyun, milletimizin erkek oyunu, kahraman oyunudur; bilmek gerek!

1935 (Fahrettin Altay, 10 Yıl Savaş ve Sonrası, 1970, s. 398)

Eğitimci Selim Sırrı (Tarcan) Bey’in, bir kız öğrenci ile zeybek oyununu izledikten sonra söyledikleri:

Selim Sırrı Bey, zeybek raksını geliştirirken ona bir uygar şekil vermiştir. Bu sanatçı üstadın eseri hepimiz tarafından kabul edilerek millî ve sosyal hayatımızda yer tutacak kadar olgunlaşmış, estetik bir şekil almıştır. Artık Avrupalılara; “Bizim de eksiksiz bir raksımız var” diyebiliriz ve bu oyunu salonlarımızda, okul gösterilerimizde oynayabiliriz. Zeybek dansı, her toplumsal salonda kadınla beraber oyna nabilir ve oynanmalldir.

1925 (Atatürk’ün S.D.V, s. 38)

Heykel ve heykeltraşlık

Dünyada uygar, ileri ve olgun olmak isteyen herhangi bir millet, kesinlikle heykel yapacak ve heykeltraş yetiştirecektir. Anıtların şuraya buraya tarihî anılar olarak dikilmesinin dine aykırı olduğunu iddia edenler, din hükümlerini gereği gibi araştırıp incelememiş olanlardır.

1923 (Atatürk’ün S.D. II, s. 66)

Aydın ve dindar olan milletimiz, ilerlemenin yollarından biri olan heykeltraşlığı en son derecede ilerletecek ve memleketimizin her köşesi, ecdadımızın ve bundan sonra yetişecek evlâtlarımızın anılarını güzel heykellerle dünyaya ilân edecektir.

1923 (Atatürk’ün S.D. II, s. 66)

Mimar Koca Sinan’ın eserlerinin en yoğun bulunduğu İstanbul’da ve son şaheserinin yapıldığı Edirne’de, ona bir anıt dikilmelidir. Ancak, cumhuriyetimizin başkenti Ankara’da da bütün Türk büyüklerinin heykelleri ve anıtlarının dikilmesi, gelecek kuşaklara örnek olmaları bakımından gereklidir.

1935 (Afetinan, Mimar Koca Sinan, s. 67)

Çağdaş Türk mimarlığı

Eski milletler büyük çalışmalar sonunda kendilerine özgü birer mimari stil yaratmışlardır. Son yüzyılın sanat çalışma ve düşünceleri sonunda da modern bir mimarlık doğmuştur. Fakat, bu modern mimarlık da her milletin düşünce ve karakter farklarıyla birbirinden ayrı bir görünüş ve anlamdadır. Bir İtalyan modern mimarlığıyla bir Alman modern mimarlığı arasında çok değişiklikler vardır. Bu modern mimarlıklar bütün görünüşleriyle de hangi milletin malı olduğunu anlatmaktadırlar. Bizde de yüzyılın bütün düşünce ve gereksinimlerine cevap verecek, ruhlarımızı okşayacak bir modern mimarlık gereklidir. Fakat, bu modern mimarlık diğer milletlerin taklitçiliği değil, yurdumuza özgü, Türklüğe özgü bir mimarlık olmalıdır. Yapılan bazı binaları görüyorum; bunlar bir Avrupa modern mimarlığının aynen kopyasıdır. Bize orijinal bir modern Türk mimarlığı gerekir. İnanıyorum ki, yetişmekte olan genç Türk mimarları, bu haklı isteğimde olumlu bir yaratıcılığa erişeceklerdir.

(Mimar Hikmet Koyunoğlu, Kültür ve Sanat, sayı : 5, 1977, s. 151)

Paylaş; başkaları da faydalansın!

2 thoughts on “Güzel Sanatlar

  1. I just want to say I am just beginner to blogging and site-building and definitely savored you’re web page. Most likely I’m going to bookmark your website . You definitely come with perfect posts. Kudos for revealing your web site.

Bir Yorum Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.