Nutuk, Vatan için

Nutuk 13. Bölüm ( Milli bir kalbine kurulmasının imkansızlığı … Yabancı devletlere yaptığım protesto )

Paylaş; başkaları da faydalansın!

 

Milli bir kalbine kurulmasının imkansızlığı

Saygıdeğer Efendiler, Rauf Bey, 19 Şubat 1920 tarihli bir şifre ile, hükümet ve Meclis hakkında üzerinde durup düşünülmeye değer bilgiler veriyordu. Bu bilgileri özetleyeyim :

Şubatın on dokuzuncu günü, Sadrazam, Dahiliye Nazırı, Bahriye Nazırı Felah-ı Vatan Grubu’nun toplantısına gitmişler. Sadrazam, Kuva-yı Milliye’nin ikinci bir hükümet şeklinde görünmemesi, hükümet işlerine karışmaması ve Maraş taraflarındaki çatışmaların daha ilerilere götürülmeyerek durdurulmasını, düzen ve güvenliğin sağlanması gereğini siyasi bakımdan yararlı gördüğünü söylemiş, Ziya Paşa’nın vali ve Ahmet Fevzi Paşa’nın da kolordu komutanı olarak Ankara’ya gönderileceğini bildirmiş. Dahiliye Nazırı da serbestçe iş görmesine karışılmamasını istemiş. Polis Müdürü ile Jandarma Komutanı’nın değiştirilmesine güçlerinin yetmediğini anlatmış.

Eskiden beri dostu olan Keşfi Bey’in dürüstlüğünden ve onu Bursa’ya vali, Faik Ali Bey’i de müsteşar yaptığından bahsetmiş. Salih Paşa da, Maraş ve dolaylarında boşaltılan yerlere, hükümetçe el koymayı siyasi bakımdan mümkün görmemiş, Fransız basınını aleyhimize çevirir, demiş. Padişah, hükümete, Meclis’ten çok hakim imiş. Meclis’in ruh haline göre, bu hükümeti düşürmek ve yerine gerekli şartları taşıyan milli bir kabineyi getirmek mümkün değilmiş (Belge: 236)

Bu bilgileri, Anadolu ve Rumeli’de bulunan tekmil komutanlara bildirirken, şunu da ekledik:

Heyet-i Temsiliye, işgal ve çeşitli yabancı etkilerin baskısı altında bulunan İstanbul’da, daha milli ve fedakar bir hükümetin işbaşına getirilmesindeki güçlükleri takdir ettiğinden, Sadrazam Paşa’nın bilinen bildirisine karşılık, 17 Şubat 1920 tarihindeki genelgeyle görüşünü bütün teşkilatına duyurmuştu.

Milli birliği bozma düşüncesi ile yapılacak her teşebbüs ve saldırıyı, akıllıca davranışlarla başarısızlığa uğratmak şarttır. Milli davaya uygun bir barış yapılmadıkça, Kuva-yı Milliye’nin faaliyetine son vermesinin mümkün olamayacağı hususunda ilgililerin yeniden dikkati çekilmekle birlikte, milli birlik ve dayanışmayı güçlendirme ve devam ettirme konusunda, her zamankinden daha ileri görüşlü ve uyanık bulunulmasını özellikle rica eder ve bekleriz (Belge: 287).

Rauf Bey’e de cevap olarak şunu yazdım:

21.2.1920

Harbiye Nezareti Başyaveri Salih Bey’e

Rauf Bey’e

İlgi: 19.2.1920 tarihli şifre:

Felah-ı Vatan Grubu’nun Sadrazam Paşa ve arkadaşlarıyla yaptığı tartışmalardan genellikle anlaşıldığına göre, bugünkü hükümetin Milli Meclis’ten aldığı güven oyuna dayanarak, Kuva-yı Milliye’nin memleketteki nüfuz ve etkisini yok etmeye çalıştığı açıkça görülüyor. Milli Mücadele’ye karşı tutumundan dolayı azledilen Faik Ali Bey’i müsteşarlığa, Ferit Paşa ve
Ali Kemal ile birlikte çalışan Müsteşar Keşfi Bey’i, Bursa valiliğine ataması ve daha önce memuriyetleri milletçe kabul edilmeyen Ahmet Fevzi Paşa ile Ziya Paşa’yı da Ankara’ya göndermek hususunda ısrar etmesi, açıktan açığa Kuva-yı Milliye aleyhine hareket edildiğinin kesin bir belirtisidir.

Hükümetle milletin tam bir birlik içinde çalışarak tespit edilen ilkeler çerçevesinde milli davaya uygun bir barış yapılması gereğini her zamandan daha çok takdir etmekte olduğundan, hükümet işlerine karşı her türlü muhalefetten ve güçlük çıkarmaktan kaçınmayı bir vatan görevi sayıyoruz. Her şey bitmiş, milli gayeye ulaşılmış değildir.

Arada pek korkunç ihtimaller vardır. Geleceğin sonsuz bilinmezlikleri içinde, Kuva-yı Milliye’nin kurtarıcı çalışmalarına değer verip vermediğinin hükümetten sorulması gerekir. Bize gelince: Tarihin bu memlekette şimdiye kadar yaratmadığı bu milli birlik ve dayanışmayı bozmaya yeltenen her hareketi bir vatan hainliği sayarak ona göre gerekli tedbirleri almaktan çekinmeyeceğiz.

Bu mecburiyet ve zaruretlerin hükümet üyelerince bilinmesi pek yararlı olacaktır. Hükümet ile aramızdaki uyum ve birliğin korunması, ancak bugünkü durumun devam ettirilmesiyle mümkün olabilir.

Gereksiz atama ve görevden almaların yapılması ve özellikle Milli Mücadele’ye karşı geldikleri için görevden alınmış olan memurlar üzerinde ısrar edilmesi, Kuva-yı Milliye aleyhinde bir düşmanlık sayılacağından, bu gibilerin memuriyetlerine göz yumulmayacaktır. Hele Ahmet Fevzi Paşa ile Ziya Paşa’nın, gönderildikleri takdirde hemen geri çevrilmelerinin bir oldubitti sayılması gerekir.

Bugünkü durumun ağırlığını kavramış olan Milli Meclis’teki arkadaşların bile, böyle anormal olaylar karşısında susmayı tercih etmesi, her taraftan kışkırtılan ve teşvik gören hükümeti cesaretlendireceğinden, gayeye bağlı arkadaşların bu konuda da kesin ve açık bir tavır takınmaları gerekmektedir.

Hükümetin Meclis’e hakim olması, denetleme görevini güçleştireceğinden, böyle bir durum ortaya çıktığı takdirde, vatanın kurtuluşu için yerinde kararların alınamayacağı ve sonunda milli gayenin gerçekleşemeyeceği şüphesizdir.

Bütün milletçe benimsenen ve kutsal sayılan Kuva-yı Milliye gayelerinin, Meclis’çe de benimsenip gerçekleştirilmesinin sağlanması ve hükümet işlerinin bu gayeler açısından denetlenmesi konusunda, vatanseverlik görevinin sonuna kadar esirgemeden yerine getirilmesini önemle rica ederiz.

Heyet-i Temsiliye adına

Mustafa Kemal

Rauf Bey’in bir başka yazısına verdiğimiz karşılığı da arz edeyim:

Şifre 21.2.1920

Harbiye Nezareti Başyaveri Salih Bey’e

Rauf B e y’e:

İlgi: 20.2.1920 tarihli şifre:

Hükümetin Milli Meclis’teki gruba karşı gözdağı verici bir tavır takınmasının, grubun, dayanışma halinde bir siyasi güç olarak gelişip varlığını gösterememesinden ileri geldiği açıkça anlaşılmaktadır.

Her şeyden önce, grubun bu bakımdan bilinçli bir denetim gücü haline getirilmesi gerektiği belli oluyor. Hükümetin sonradan gönül almak maksadıyla sizleri davet etmesi, bugünkü güçsüzlüğünü anlamasından ve güç kazanıncaya kadar oyalayıp vakit kazanmak düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Hükümete karşı kesin bir durum alma zamanı gelmiştir. Sadrazama ve Dahiliye Nazırı’na açıkça söylemek gerekir ki, Kuva-yı Milliye, sonuç alınıncaya kadar çalışmalarını sürdürecektir.

Memleketi işgal eden ve milletimizi tam bir kölelik derecesine düşürmek isteyen düşmanlarımız, Kuva-yı Milliye’nin faaliyetini istememekte kendilerini haklı bulabilirler. Fakat, devlet ve milletin kurtarılmasına çalışan bir milli kuvvete, kendi hükümetimiz tarafından hücum ve saldırıya geçilmesi görülmemiş bir şeydir.

İtilaf Devletleri’nin, İstanbul’un Osmanlı hakimiyetinde bırakılması ile ilgili görüşü ne kadar sevinçle karşılanmış ise, İzmir ve Adana cephelerinde savaştan vazgeçilmesi konusundaki istekleri de o kadar hayretle karşılanmıştır.

Harbiye Nazırı’na, İzmir ve Adana’nın da Osmanlılar’ın elinde kalması sağlanıncaya kadar silahların bırakılamayacağı,

Ermenilere karşı bizim tarafımızdan bir saldırının yapılmadığı, Fransızlar tarafından silahlandırılan ve kışkırtılan Ermenilerle aramızda bazı olaylar çıkmışsa, bunun sorumluluğunun Ermeni milliyetçilerine ve onları kışkırtanlara ait olacağı bildirilmiştir.

Hükümetin, Maraş ve Urfa’dan ileriye geçilmemesi yolundaki teklifine karşı, millete güven vermek ve Kuva-yı Milliye’yi durdurabilmek için, Fransızların Adanayı derhal boşaltmaya başlamaları istenmelidir.

Aksi takdirde, Kuva-yı Milliye’yi, memleketi kurtarma mücadelesinden alıkoymanın mümkün olamayacağını, bu ateşin Halep ve Suriye’ye sıçramak üzere bulunduğunu; Fransızların, Adana ve dolaylarının boşaltılmasında ne kadar çabuk davranırlarsa, o kadar karlı çıkacaklarını kendilerine açıkça anlatmalıdır. Anadolu basınının kullandığı sert dilin hafifletilmesi, İtilaf Devletleri’nin zulüm ve saldırılarına son vermeleriyle mümkündür. Bunca haksızlıklara, zulümlere, hatta katliamlara karşı feryat eden suçsuz bir milleti susturmak zulmünü bizden istememelidir. Aslında, dünyanın her yerinde basın, bu türlü sıkı kayıtlardan kurtulmuş olup hür ve serbesttir.

Akbaş cephesinden bir kısmının İngilizlere geri verilmesi için hiçbir yardımda bulunmamanızı isterdik. Boş bir fişek kovanının bile İngilizlere geri verilmemesi daha yerinde olur, düşüncesindeyiz.

Hükümet, İtilaf Devletleri’ne karşı böyle sahte yaranma hareketlerinde bulunarak merhamet uyandırmayı başarabileceği ve iki yüzlü davranışların, barış şartlarının değişmesini etkileyeceği zannını besliyorsa, kendilerinin gafletine acırız.

Kısacası, barışımızın söz konusu olduğu şu çetin günlerde, Kuva-yı Milliye’yi zayıf gösterecek her hareketin, milletimizin kaderi üzerinde uğursuz bir etki yapacağı şüphesiz olduğundan, Meclis’teki arkadaşlara düşen denetleme görevinin her türlü fedakarlığa katlanarak yerine getirilmesini özellikle rica ederiz.

Heyet-i Temsiliye adına

Mustafa Kemal

Kuva-yı Milliye’nin mücadeleye devamı konusunda kamuoyunun yoklanması

Efendiler, bugünlerde duyulan ihtiyaç üzerine Rauf Bey’e, aynı tarihte şu telgrafı da yazdım. Bu ihtiyaç, Heyet-i Temsiliye’nin ve Kuva-yı Milliye’nin mücadeleye devamı konusunda kamuoyunu yoklamaktı. Rauf Bey’e yazdığım bu telgrafı, Erzurum’daki Kazım Karabekir Paşa’ya da çektirmiştim.

Çok ivedi ve günlüdür. 21.2.1920

Rauf Bey’e özel:

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin durumunu değiştirmeye yetkili olacak kongrenin toplanması, tüzüğünün sonuncu maddesi gereğince, Meclis-i Meb’usan’ın yasama görevini tam bir güvenlik ve serbestlik içinde yerine getirdiğinin Meclis’çe açıklanmasına bağlıdır.
Heyet-i Temsiliye’nin genel teşkilatının başında, barış yapılıncaya kadar eski şeklini koruması gereği, bütün arkadaşlarımızın onayı ve ısrarı üzerine kabul edilmiştir.

Oysa, hükümet tarafından adeta teşvik edilen muhalif gazetelerin hücumları, Ayan Meclisi’nin açık saldırıları, hükümetin tutum ve işleri ve özellikle Sadrazam Paşa’nın bildirisi, Meclis-i Meb’usan’da Kuva-yı Milliye’nin kanun dışı olduğunu alkışlattıran nutuklar, kamuoyunu milli teşkilat aleyhine çevirmekte ve Heyet-i Temsiliye’mizi güç bir duruma sokmaktadır.

Bir yandan Padişah’ın isteğine uyarak Zeynelabidin, Hoca Sabri, Sait Molla gibi kimselerin, sırf Kuvayı Milliye’yi yok etme maksadıyla her tarafta kurmaya çalıştıkları Teali-i İslam Cemiyeti adı altındaki kuruluşlar, milli teşkilata doğrudan doğruya saldırılara başlamışlardır. Söz gelişi, Niğde ve Nevşehir’de, bu ayın on dokuzuncu günü, Meclis-i Meb’usan açıldı.

Milli teşkilatı padişahımız istemiyor gibi sözlerle, halkı açık toplantı ve gösterilere sürüklemişlerdir. Bu durum Sadrazam Paşa’nın bildirisini alan bazı memurlar tarafından da teşvik edilmiştir.

Bu olayın Konya’ya ve daha başka yerlere de yayılması uzak bir ihtimal değildir. Bu bakımdan:

1 — Hükümetin, Kuva-yı Milliye’nin devamına taraftar olup olmadığını kesin olarak bildirmesini kendisinden istemek gerekir.

2 — Felah-ı Vatan Grubu’nun, söz konusu edilen tam bir güvenlik ve serbestliğe sahip olduğunu, bu bakımdan, Kuva-yı Milliye’yi dağıtmak lüzumuna inanıp inanmadığını bildirmesi gerekir. Eğer bu kuvvetin devamına lüzum görüyorsa, ona göre hükümetin dikkatini çekmekle birlikte, bunu, Meclis’te de gerektiği şekilde savunmalıdır. Bu konunun, grupça görüşülmesi ve tartışılması düşüncesindeyiz.

3 — Vatanın çıkarları açısından, milli teşkilatın ve Kuva-yı Milliye’nin ortadan kaldırılması tercih edildiği takdirde, İzmir, Maraş ve öteki cephelerde bulunan düşman kuvvetlerine karşı da hükümetçe gerekli tedbirlerin alınmasını sağlama bağlamak söz konusudur.

Yukarıda arzedilen düşüncelerin büyük bir önem ve ciddiyetle dikkate alınıp gereğinin yerine getirilmesini, bizi şahsen de güç durumdan kurtarmak için, sonucun bir an önce bildirilmesini rica ederiz.

İstanbul’daki bazı arkadaşların, bunca emeklerle meydana getirilmiş olan milli birliğe ve Kuva-yı Milliye’ye vurulan darbelere karşı kesin tedbir alma konusunda, sonuna kadar gayret ve ciddiyet göstermekten çok, dışarıdaki uzak kuvvetlerden büyük ümitlere kapılarak teselli buldukları zannı uyanıyor. Biz, elimizdeki kuvveti iyi koruyamadığımız takdirde, dış kuvvetlerin de bize değer vermeyeceklerini hatırlatmak isteriz.

Heyet-i Temsiliye adına

Mustafa Kemal

Kazım Karabekir Paşa, bu telgrafa verdiği 23 Şubat 1920 tarihli cevabında, İstanbul’da Meclis-i Milli’de beliren akıma karşı, Heyet-i Temsiliye’nin ve Kuva’yı Milliye’nin ters ve hükmedici bir tavır almasını hiç de uygun bulmuyorum.

Yalnız, Heyet-i Temsiliye’nin bu işin içinden vekarla çekilmesini, işin sorumluluğunu ve durumun takdirini, Meclis-i Milli’nin namusuna ve vatanseverliğine bırakmayı sürdürmelerine Kuva-yı Milliye’nin ve Heyet-i Temsiliye’nin varlığını sürdürmelerine Meclis-i Milli taraftar olmazsa… Kongrelerin aldığı kararlar gereğince, tam bir güvenlik içinde yasama ve denetleme yetkisine sahip ve hakim olduğundan, Heyet-i Temsiliye, kararların uygulanmasını Meclis-i Milli’ ye bırakarak dağılır, faaliyetine son verdiğini yazar ve bir de teşekkür eder. Fakat, Meclis-i Milli’nin, böyle bir sorumluluğu yüklenerek, durumunun ve geleceğinin güvenilir olduğu yolunda bir karar alarak bunu duyuracağı pek şüphelidir. Rauf Beyefendi bu teklifi yapar ve bu kararları aldırır da, Heyet-i Temsiliye’nin işbaşından çekilmesi gereğini bildirirse, o zaman Heyet-i Temsiliye bunu isteyerek kabul eder. Basına ve millete ilan ederek faaliyetten uzaklaşır.

Şerefli ve onurlu yerini de meşru bir şekilde korumuş olur. Şüphesiz ki, bir yıldan beri milletin ısrarı ile kurulmuş olan Aydın cephesi, ne dağılıp kendi kaderini Yunanlıların eline teslim eder ve ne de hükümet bunları dağıtabilir. O mücahitler kendiliklerinden ve eskiden olduğu gibi savaşa devam ederler.

Fakat, bu durum o cepheye bağlı kalır ve kolordu komutanları kendi bölgelerinde bunu durum ve maksada göre iyi bir şekilde yürütürler. Ondan sonra da gelecekteki durum ve faaliyetlerimizde olayların akışına ayak uydurulur… İşte benim aciz görüşümün bundan ibaret olduğu arzedilir diyor (Belge: 238).

Olayların akışına ayak uyduramazdık

Efendiler, İstanbul’un fiili olarak işgalinden aşağı yukarı yirmi gün önce ortaya konulan bu görüş ve düşünce incelenmeye değer. Ben yalnız bir noktaya işaret etmekle yetineceğim. O nokta, olayların akışına ayak uydurma şeklinde bir kaderciliği benimsemektir.

 Biz elbette, işi böylesine bir kaderciliğe bırakamazdık. Aksine, olayların akışının ne olabileceğini önceden kestirip tesbit ederek, karşı tedbirleri düşünmek ve anında, bir kararsızlığa düşmeden uygulamak taraftarı idik. İşte bundan dolayıdır ki, daha öncesinden kamuoyunu yoklamaya başlamıştık.

Efendiler, Milletvekili Mazhar Müfit Bey’in bir mektubuna verdiğim cevabı olduğu gibi bilginize sunarsam, Kazım Karabekir Paşa’nın görüşlerine verilmesi gereken cevap da kendiliğinden anlaşılmış olur. Mazhar Müfit Bey’in mektubunda yazdıklarını tekrar etmeyeceğim. Onu gerekirse kendileri yayınlarlar. Benim verdiğim cevap şuydu:

Ankara, 25/26.2.1920

Hakkari Milletvekili Mazhar Müfit Beyefendi’ye

Efendim Hazretleri,

14.2.1920 tarihli uzun mektubunuzu ancak dün aldım ve yarınki postaya yetiştirmek üzere cevabını şimdi yazıyorum. Yüce Meclis-i Milli’nin ve Felah-ı Vatan adını taşıyan grubun, gerçek durumlarını tasvir eden değerli ifadeleriniz, bende üzüntü yarattı.

Açıklama ve tasvirlerinizle gözümün önünde beliren manzara elem vericidir. Zavallı millet; hayatını, varlığını, kaderini savunmak, korumak ve güven altına almakla yükümlü bildiği sayın milletvekillerini, gerçek milli ve vatani görevlerini daha ilk anda ve ilk adımda unutmuş görüyor.

Batılıların ve bütün düşman dediğimiz milletlerin, Türklerde kabiliyet olmadığı gerekçesiyle, Türkiye’ de, her şeyin, bizim için olumsuz olan şeyin yapılmasına göz yumdukları bilinirken ve her birimiz, ayrı ayrı bu zannın yanlışlığını ispata kararlı olduğumuzu iddia ederken, çıkar duygularımız, basit bencilliklerimiz bize her şeyi unutturabilir.

Önce gelen milletvekilleri şöyle yapacakmış, sonra gelen milletvekilleri böyle tavır almış, Heyet-i Temsiliye şunu kendinden saymış, bunu bayağı görmüş… Bunları söyleyenler, koca Türk milletinin sayın milletvekilleri, öyle mi? Bu ruh hali, böyle bir ahlaki davranış karşısında hayret ve şaşkınlıktan donakalırım.

Yeni grup veya, parti teşkilatından söz ediliyor. Azizim Mazhar Müfit Bey açıkladığınız zihniyet ve yaratılışların kuracakları gruptan da, partiden de, ben memleketi kurtarıcı sağlam bir tavır alınabileceğine hükmedemiyorum.

Ben de Heyet-i Temsiliye adı altında fedakarca görev yapan arkadaşlar, bu vatanın kurtuluşu ve milletin huzuru için ölünceye kadar çalışmak isterken, sayın milletvekilleri tutum ve tavırlarıyla ve gaflet uçurumuna yuvarlanmalarıyla, anlıyorum ki, buna bile müsaade etmeyeceklerdir.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin teşkilatına ve bu teşkilatın meydana getirdiği Kuva-yı Milliye’ye dayanma gereği kalmadığını, çocukça ve gafilce davranış ve hareketleriyle belli eden Meclis-i Meb’usan’ın ve Felah-ı Vatan Grubu’nun, bu konudaki kesin kararının öğrenilmesini ve tarafımıza bildirilmesini Rauf Bey’e yazdık.

Bu kararın, bir an önce alınabilmesi için sizin de yardımınızı rica ederiz. Bu kararı verirken, sayın milletvekillerinin, toplantı yeri olan İstanbul’da, kırk bin Fransız, otuz beş bin İngiliz, iki bin Yunan ve dört bin İtalyan kara kuvvetlerinin yığınak yaptığını ve İngiliz Akdeniz donanmasının da Fındıklı sarayına karşı demir atmış olduğunu gözönünde bulundurmaları gerektiğini hatırlatırım.

Mustafa Kemal

Akbaş Cephaneliği ve Köprülü Hamdi Bey

Efendiler, Rauf Bey’e yazdığımız son şifrede, Akbaş Cephaneliğindeki cephanenin bir kısmının İngilizlere verilmesine yardım ettikleri yolunda bir eleştiri vardı. Bu meseleyi biraz açıklayayım.

Rumeli sahilinde, Gelibolu yakınlarında, Akbaş denilen yerde, bir cephane deposu vardı. Orada Fransızların eli altında bol miktarda silah ve cephane bulunuyordu. Hükümet, İtilaf Devletleri’ne tamamiyle boyun eğmiş görünmeyi yararlarına uygun saydığından, sözünü ettiğim cephanelikteki silah ve cephanenin bir kısmını İtilaf Devletleri’ne vermeyi vaadetmiş.

Onlar da Wrangel ordusuna göndereceklermiş. Rusya’ya nakli için bir Rus vapuru da Gelibolu’ya gelmiş. Hükümet daha önce, İstanbul’daki teşkilat başkanlarımızın izin ve yardımlarını da sağlamış…

Halbuki, Efendiler, Köprülü Hamdi Bey adında kahraman bir arkadaşımız, Kuva-yı Milliye’den bir müfreze ile, 26/27 Ocak (116) 1920 gecesi, sallarla Rumeli sahiline geçti.

Akbaş cephaneliklerini ele geçirdi. Depo bekçileri olan Fransızları tutukladı ve haberleşme hatlarını kesti. Silahların hepsini cephanenin bir kısmını ve muhafız Fransız askerlerini de göz altında Lapseki’ye nakletti. Silahları ve cephaneyi Anadolu’ya gönderdikten sonra, Fransız erlerini iade etti. Akbaş deposunda sekiz bin Rus tüfeği, kırk Rus makineli tüfeği, yirmi bin sandık cephane bulunduğu tahmin ediliyordu (Belge: 239).

Bu olay üzerine, İngilizler, Bandırma’ya iki yüz kişilik bir kuvvet çıkardılar.

İtilaf kuvvetlerinin, milli savaş bölgelerinin gerilerinde İtilaf Devletleri askerlerinin de bulundukları yerlerdeki depolarda bulunan silahların ve cephanenin başka yere nakli, kullanılamaz duruma getirilmeleri veya bu gibi yerlerin işgal edilmeleri ihtimaline karşı, komutanlara verdiğimiz emirde, bazı tedbirler tavsiye etmekle birlikte, bütün komutanların büyük bir kararlılık ve kesinlikle hareket etmeleri gereğini bildirdik (Belge: 240).


 116) Metne yanlışlıkla Şubat olarak geçmiştir. Ocak ayıdır. Bkz. Belge 239.

Anzavur’un milli cephelerimizi arkadan vurma teşebbüsü

Efendiler, hemen aynı günlerde, Anzavur, Balıkesir ve Biga dolaylarında, oldukça önemli ve tehlikeli durumlar yaratmayı başarmıştı.

Balıkesir’de, milli cephelerimizi arkadan vurmak istiyordu. Başına bir yığın adam toplamıştı. Karşısına gönderilen milli kuvvetlerle, Biga’da kanlı bir çarpışma yapıldı. Anzavur galip geldi. Kuvvetlerimizi dağıttı. Toplarımızı ve makineli tüfeklerimizi ele geçirdi.

Erlerimizi ve subaylarımızı esir ve şehit etti. Akbaş kahramanı Hamdi Bey de bu şehitler arasındaydı. Bundan sonra, Ahmet Anzavur, kendi adını verdiği Ahmediye Cemiyeti adı altında alçaklıklarını gittikçe artırdı.

Efendiler, 3 Mart 1920 tarihinde, içinde fevkalade önemli haberler bulunan bir şifre aldım. Bu şifre, İstanbul’dan İsmet Paşa’dan geliyordu. Ben Ankara’ya geldikten sonra, İsmet Paşa, Ankara’ya yanıma gelmişti. Birlikte çalışıyorduk. Fakat Cemal Paşa’dan sonra Harbiye Nazırlığı’na Fevzi Paşa Hazretleri geldi. Paşa Hazretleri’nin özel istekleri üzerine ve çok önemli bir iş için İsmet Paşa’yı bu tarihten birkaç gün önce İstanbul’a göndermiştim.

Önemli saydığımız nokta şuydu: Yunanlılar taarruza hazırlanıyorlardı. Buna karşı, akla yakın olan tedbir, bütün kuvvetleri seferber ederek düzenli bir savaşa girmekti.

Özellikle Fevzi Paşa Hazretleri, bu gerek ve zarureti takdir etmekteydi.

İşte, bu hazırlığı yapmak üzere İsmet Paşa’nın İstanbul’da bulunması ve hatta Genelkurmay Başkanlığı’na resmen tayin edilerek işe başlaması çok yararlı olacaktı. Bu maksatla İstanbul’a gitmesini gerekli bulmuştum. İsmet Paşa’nın telgrafı şudur:

Harbiye Nezareti 3.3.1920

Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne

Alınan bilgilere göre, İstanbul’da bir dernek kurulmuş ve İngilizlerle birlikte kararlar almış. Hükümetin düşürülmesi ve malum bir hükümetin kurulması, Meclis’in dağıtılması, İzmir ve Adana’nın işgalleri için Kuva-yı Milliye’nin ortadan kaldırılması, dünya barış ve güvenliğini sağlamak üzere İstanbul’da Müslümanlararası bir Hilafet Şurası’nın toplanması ve bolşevikler aleyhine fetva çıkarılması bu kararlar arasındaymış.

Nazır Paşa bu derneğin çalışmalarına önem veriyor. Anadolu’daki Anzavur hareketi bu kararlara bağlı olduğu gibi, İngilizlerin hükümete çok fazla baskı yapmaları da aynı sebeptendir Bilgi olarak arz etmekliğimi istediler (İsmet).

Harbiye Nezareti Başyaveri

Binbaşı

Salih

Ali Rıza Paşa Kabinesi’nin istifası

Efendiler, yüksek şahıslarınızca bilinmektedir ki, İngiliz temsilcisi, Yunanlılar da dahil olmak üzere bütün İtilaf kuvvetlerine karşı mücadelenin durdurulmasını hükümete teklif etmişti. Bu teklifin gereği yerine getirilirse, İstanbul’u Osmanlı Devleti’ne bırakacakları yolunda yaldızlı bir vaatte de bulunmuşlardı. Fakat İstanbul’da bu teklif yapılırken, Şubat’ın 18, 19 ve 20’nci günlerinde, Yunanlıların İzmir’e yeni kuvvet, taşıt araçları, çok miktarda cephane getirdiğini ve bunları cephelere göndererek yeni bir taarruza hazırlandığını biliyorduk. Bu bilgilerimizi, hükümetin işlerine karışmayınız yaygarasına kulak asmadan İstanbul Hükümeti’ne de ulaştırarak dikkatini çekmekten geri kalmadık.

Yunanlılar, bu şekilde taarruza hazırlanırken, Ali Rıza Paşa Kabinesi başka bir teklif karşısında kalıyor.

Yunanlılar karşısında bulunan Kuva-yı Milliye’yi üç kilometre geri aldırmak!..

Ali Rıza Paşa Kabinesi’nin buna gücünün yetmeyeceği belliydi. Fakat, maksat onun düşürülmesiydi. Sadrazam, ister istemez bu teklifin yerine getirilemeyeceğini bildirmiş.

3 Mart 1920 günü Yunanlılar taarruza geçtiler. Gölcük yaylasıyla Bozdoğan’ı işgal ettiler.
İşte bu olay üzerine, Ali Rıza Paşa’nın, düşünebildiği tek çare, makamında daha fazla kalmaktan vazgeçerek, hemen istifa edip bu sorumlu işten yakayı sıyırmak olmuştur. Çünkü, Milli Mücadele’yi durdurma konusunda yapılan teklifi yerine getirmeye çalışmış fakat başaramamış olan Ali Rıza Paşa’nın, bu defaki teklifi de yerine getireceğim diye söz verip de başaramadığı takdirde, İtilaf Devletleri’nce de sorumlu tutulması ihtimali de hatıra gelmez miydi?

Harbiye Nazırı Cemal Paşa, Başkomutan Mr. George Milne’in emirlerini uygulatamadığı için sonunda kabineden uzaklaştırılmak durumuna düşürülmemiş miydi? Aynı işlemin Ali Rıza Paşa’ya da uygulanmasına kalkışıldığı takdirde, kendisini Padişah’ın koruyabileceğine güvenebilir miydi? Böyle bir durum karşısında, milli davanın belirdiği tek yer olduğu söylediği

İstanbul’daki Meclis-i Milli’ye güvenebilecek miydi? Milli irade adına konuşmaya ve isteklerde bulunmaya artık gerek ve imkan kalmadığını söyleyerek cezalandıracağım diye gözdağı verdiği Heyet-i Temsiliye’ye dayanmaya tenezzül etmeli miydi? O halde kendisi için istifadan başka çıkar bir yol olamazdı. İşte o da öyle yapmıştır (Belge: 241). Ali Rıza Paşa, hükümete ilk saldırı yapıldığında, çekilmesi gerektiği yolundaki uyarılarımızı kabul etmedi.

Yerinde kalmakla vatana yararlı olacağını söyledi. Meclis-i Meb’usan da bu cahilce düşünceyi yerinde görerek onu makamında tuttu. Acaba yerine getirilmesi söz konusu olan görev, Yunanlıların taarruz hazırlıklarını tamamlayarak vatanın kutsal topraklarından bir kısmını daha çiğnemek ve aziz vatandaşlardan bir kısmını daha süngüler altında inletmek için, muhtaç olduğu fırsatı ona bahşetmek miydi?

Padişah, işin gidiş ve durumuna göre birisini sadrazamlığa seçeceğim diyor

Rauf ve Kara Vasıf Beyler, 3 Mart 1920 tarihli şifrelerle, bu istifa haberini verirlerken, Felah-ı Vatan Grubu başkanının ve Meclis başkan vekillerinin saraya gönderildiğini de bildiriyorlardı.

Bu başkanlar, Padişah’ın huzuruna kabul olunmamışlar. Başkatip ve Başmabeyinci ile görüşmeleri irade buyurulmuş. Grup başkanı, milli teşkilat’ın Padişah’a bağlılığını bildirmiş.

Sözü hükümetin çekilmesine getirmiş. Padişah, Başkatip aracılığı ile şu iradeyi bildirmiş: Bütün milletvekillerine selam. İşlerin gidiş ve durumundaki ağırlığı ben de onlar kadar biliyorum. Gidişatın ve durumun gereğine göre birisini sadrazamlığa seçeceğim. Onun yetkisine el uzatarak arkadaşlarını seçmesine karışamam. Ancak, ona çoğunluk grubuyla anlaşmasını tavsiye edeceğim.

Beni hükümet işlerine karışmaktan menetmek isteyenler benden etkili tedbirler bekliyorlar

Başkanlar heyeti teşekkür edip ayrılmışlar (Belge: 242). Verilmekte olan bilgiler arasında şunlar da vardı: Milletvekilleri, telaştalar. Fakat istenildiği şekilde bir kabine kurulacağına güveniyorlar.

Yabancıların, Hürriyet ve İtilafçıların ve Nigehbancılar’ın, düzenledikleri gericilik hareketlerinde başarılı olabilmeleri için, Ferit Paşa’yı veya yakınlarından birini iktidar mevkiine getirmeleri de muhtemeldir. Meclis’i elbette dağıtacaklardır. Padişah katında etkili olacak tedbirlerin, oradan alınması… arz olunur.

Efendiler, garip değil midir ki, bugün bu maruzatta bulunanlar, daha birkaç hafta önce Meclis resmen açılmış olduğuna göre, bundan sonraki emirlerinizin bize bildirilmesini ve görüşlerinizin her makamın önünde gerektiği gibi savunulacağına güven buyurulmasını diyen kimselerdir. Birkaç hafta önce, İstanbul Hükümeti ile birlik olarak, beni hükümet işlerine karışmaktan menetmek isteyen kimseler, bu gün, İstanbul’da hiçbir şey yapmaya güçleri yetmediğini itiraf ederek, buradan, Heyet-i Temsiliye’den etkili tedbirler bekliyorlar.

Biz bu isteği de yerine getireceğiz. Fakat bu kimselerin istekleri olduğu için değil, bunu vatanın çıkarları emrettiği için…

Efendiler, 3 Mart ve 3/4 Mart gecesi, İstanbul’la haberleşme ve oradaki durumu anlamakla geçti. 4 Mart günü, gerek İsmet Paşa’dan ve gerek diğer kimselerden aldığım bilgiler üzerine, durumu bir genelge ile bütün ordulara, teşkilat merkezlerimize ve millete bildirdim (Belge: 243, 244). Meclis-i Meb’usan Başkanlığı’na da şunu yazdım:

Ankara, 4.3.1920

Meclis-i Meb’usan Başkan Vekilliği Yüksek Katına

İtilaf Devletleri’nin durmadan işlerimize karışmaları karşısında, Ali Rıza Paşa Kabinesi’nin, nihayet Meclis huzurunda istifasını verdiği üzüntüyle haber alınmıştır. Aydın cephesinde, kutsal vatanı ele geçirmeye çalışan düşmanla Kuva-yı Milliye çarpışmakta ve her karış toprağına, sadık ve fedakar evlatlarının şehit olmuş vücutlarını gömmektedir.

Hiçbir güç, hiçbir yetki, milletimizi tarihin emrettiği bu görevden alıkoyamayacaktır. Vatan ve milletimizin istiklali korumak için her fedakarlığa hazır bulunan milletimizin, kutsal heyecanını ancak milletin tam olarak güvenini kazanmış bir hükümetin işbaşına getirilmesi yatıştırabilir. Bütün millet, bu tarihi günlerde, milli iradesinin mutlak vekilliğini üzerine almış bulunan milletvekillerinin kararlarını sabırsızlıkla beklemektedir. Vatana ve tarihe karşı, üzerinize aldığınız büyük sorumluluğu ve bütün dünyanın kürsülerinize çevrilmiş olan dikkatli bakışlarını düşünerek, milletin azim ve fedakarlığına yaraşır kararlar alınacağına güvendiğimizi ve vatan uğruna yaptığınız çalışmalarda bütün milletin yanınızda ve yardımınızda olduğunu arz ederiz.

Heyet-i Temsiliye adına

Mustafa Kemal

Padişah’a da şu telgrafı çektim Efendiler:

Ankara, 4.3.1920

Padişah Hazretleri’nin Yüce Eşiğine

İtilaf Devletleri’nin istiklal ve haysiyeti ayak altına alıcı saldırılarına ve Ateşkes Anlaşması hükümlerine aykırı müdahale ve hareketlerine daha fazla dayanamayan Kabine’nin istifası ile yeniden yüce devletlerinde bir hükümet bunalımının ortaya çıkması, kamuoyunda derin bir heyecan yaratmıştır.

Yüce saltanat ve hilafet makamları etrafında düşünce ve ülkü birliği ederek, yüksek istiklal ve dokunulmazlığınız ve yüce Osmanlı Devleti’nin ülke bütünlüğü için son fedakarlığı göze almış olan bütün vatandaşlarınız, düşmanlar tarafından idare edilen bazı bozgunculuk ve ihtilal tertiplerinden dolayı, zaten kederli ve endişeli bir durumda, hükümet bunalımının bir an önce sona ermesini ve milli emelleri gerektiği gibi gerçekleştirebilecek değerli bir hükümetin kurulmasını beklemektedir. Meclis-i Milli’nin çoğunluk grubunda yoğunlaşan milli gaye ve eğilimlerin yüce katınızda da destekleneceğine, bütün vatandaşlarınız gibi, Heyetimiz de emindir.

Ancak, içten ve dıştan gelen bin türlü ihtirasın kaynayıp köpürmesiyle, dirlik ve huzuru tehdit altında bulunan memleketimizin, milli vicdana güven veremeyecek bir kabine başkanına bir dakika bile katlanamayacağını ve Tanrı korusun, böyle bir durum ortaya çıkarsa, Osmanlı Devleti’nin tarihinde benzeri görülmemiş feci olaylara yol açacağını, Padişah Efendimiz Hazretleri’nin yüce eşiğine arz etmeyi vatan borcu sayarız. Ferman Padişah’ımızındır.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i

Hukuk Cemiyeti Heyeti

Temsiliyesi adına

Mustafa Kemal

Bu telgrafın birer suretini bilgi için Meclis-i Meb’usan Başkanlığı’na ve kolordu komutanlarına vermekle birlikte, bunun bir kopyasını çıkararak, İstanbul gazetelerine ve Basın Cemiyeti’ne vermesini de İstanbul telgrafhanesine emrettik. Bundan başka Efendiler, komutanlara, valilere, mutasarrıflara ve Müdafaa-i Hukuk Merkez Heyetleri’ne ayrıca şu genelgeyi de gönderdik.

4.3.1920

İtilaf Devletleri’nin katlanılmaz bir duruma gelen müdahale ve baskılarından dolayı kabine 3 Mart günü yani dün istifa etmiştir. Güvenilir kaynaklardan aldığımız bilgilere göre, kabinenin düşürülmesi, Ferit Paşa veya ona benzer birinin iktidar mevkiine getirilmesi ve İstanbul’da yabancıların emellerine hizmet edecek bir Hilafet Şurası kurulmasını sağlamak üzere, dış düşmanlar tarafından idare edilen ve muhalif partilerin aracılığı ile meydana gelen bir komitenin çalışmalarının eseridir.

Yani, komitenin çalışmalarına yer verebilmek için İtilaf Devletleri, önce hükümeti istifaya mecbur edecek baskılar yapmışlardır. Durumun bu ağırlığı karşısında, Meclis-i Meb’usan, elbette gereken etkili tedbirleri almaya devam etmektedir.

Ancak bu teşebbüslerin fiili olarak desteklenmesi için, hemen, milli gayeyi gerçekleştiremeyecek bir hükümet başkanına milletin katlanamayacağını çok sert bir dille Saray’a, Meclis-i Meb’usan Başkanlığı’na ve basına bildirmek gerekir.

Bu telgraf alındığında, bir dakika kaybedilmeden bu şekilde telgraflar hazırlanmasını ve bu gece mutlaka çekilmesi çarelerinin bulunmasını, buraya da yarın sabaha kadar bilgi verilmesini önemle rica ederiz.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i

Hukuk Cemiyeti Heyet-i

Temsiliyesi adına

Mustafa Kemal

Efendiler, verdiğimiz talimat gereğince, memleketin her tarafından, milletin her türlü yönetim kademesinden, 4/5 Mart gecesinden başlayarak telgraf fırtınası ayın beşinci ve altıncı günleri, Padişah sarayında ve Meclis-i Meb’usan üzerinde beklenen etkiyi yaptı.

Salih Paşa Sadrazam oluyor

Nihayet, 6 Mart günü kim ve ne olduğunu anlayamadığımız biri tarafından şu haber verildi:

İstanbul, 6.3.1920

Heyet-i Temsiliye’ye

Sadrazamlığa, Bahriye Nazırı Salih Paşa’nın getirildiği arz olunur.

Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti

Genel Sekreter Vekili

Halit
Bu telgrafın arkasından da şu telgraf geldi:

Meclis-i Meb’usan, 6.3.1920

Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne

Pek mukaddes Halife Hazretleri, şimdi Meclis-i Meb’usan Başkanı’nı yüksek huzurlarına kabul şerefini bahşederek, sadrazamlığı, Ayan Meclisi’nden eski Bahriye Nazırı Salih Paşa’ya verdiklerini ferman buyurmuşlardır. Salih Paşa da kabineyi kurma işi ile meşgul bulunmakta olduğundan, bunalımın yarın akşama kadar tamamiyle ortadan kalkacağı bildirilir.

Meclis-i Meb’usan Başkanı

Celalettin Arif

Efendiler, Rauf Bey’in de aynı günde fakat daha kabine başkanı belli olmadan verdiği bilgiler vardır. Dikkate değer olduğu için bu bilgileri veren telgrafı olduğu gibi bilginize sunuyorum:

Kişiye özel, çok ivedi

Dakika geciktirilemez. Harbiye Nezareti, 6.3.1920

Ankara’da 20’nci Kolordu Komutanlığı’na

Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne:

1 — Dün gece İzzet ve Salih Paşa’larla görüştüm. Her ikisine de sadrazamlık teklifi yapılmamıştır. Vekalet eden, kabinede kimin yer alacağını bilmiyor.

Eski Dahiliye Nazırı Reşit Bey’in, Saray’la Fransız ve İngiliz elçilikleri arasında mekik dokuduğu inanılır kaynaklardan haber alınmıştır. Bir söylentiye göre, kendisi sadrazamlığa getirilecektir. Önceki gece Padişah, Tevfik Paşa’yı kabul etti. Daha sonra Ferit Paşa’yı kabul ederek saat 17.00’den 22.00’ye kadar görüştü.

Dünkü cuma günü Baltalimanı’nda, Ali Kemal ve eski Dahiliye Nazırı Mehmet Ali de bulunduğu halde, uzun görüşmeler yapıldı. Daha sonra Rahip Frew’unda katılmasıyla görüşmeler Ali Kemal’in evinde devam etti. Celalettin Arif Bey, dün 16.00’da huzura kabul edildi. Bugünkü bunalımın devama tahammülü olmadığından, milletin ve milletvekillerinin güvenini kazanabilecek bir kabinenin bir an önce iş başına getirilmesi konusundaki ısrarlı maruzata karşı, Padişah, durumun nezaketini aynı şekilde kavradığını ve Kuva-yı Milliye’nin gereğini belirttikten sonra, içeride ve dışarıda güven uyandırabilecek bir kimsenin atanmasının pek acele yapılamayacağı ve pazara kadar düşünmek gerektiği şeklinde cevap vermişler.

Yukarıda bilginize sunulan hususlardan edindiğim şahsi sezgim, Padişah’ın İngilizler ile konuşmakta ve yazışmakta olduğu ve Londra’dan cevap beklemekte bulunduğu kanaatını vermektedir. Her halde durum pek bunalımlıdır. İngilizlerden ümitli olurlarsa, Ferit Paşa’nın sadrazamlığa getirilmesi de uzak bir ihtimal değildir.

Kısacası, şimdiye kadar Padişah doğrudan doğruya Tevfik ve Ferit Paşa’lardan başka kimseyi kabul etmemiş ve Ferit Paşa ile görüşmesi de gizli olmuştur. Saray’ın adamlarından, güvendiğinizi bildiğim bir zat, Perşembe günü, Padişah’ın pek yakınları adına bendenizi özel olarak gördü ve düşüncemi sordu. Cevap olarak, bugünkü durumu saltanat, devlet ve millet yararına yürütebilecek kimsenin, zatıdevletleri olabileceğini, fakat şu sırada işgal altındaki İstanbul’a dönmeniz mümkün olamayacağına göre, İzzet Paşa’nın iş başına geçmesi gereğini açık bir dille söyledim.

Salih Paşa, Meclisin kapatılması ihtimalinin bulunduğunu da ima ediyor. Birinci Başkan Vekili Hüseyin Kazım Bey’in de Saray ve İngilizler ile Meclis adına dolap çevirdiği anlaşılıyor. Bilgilerinize sunulur.

Celalettin Arif Bey, bugün saraya gidecek. Durumu pek açık bir şekilde Padişah’a anlatacak. Muhalifleri iktidar mevkiine getirirse, Anadolu’daki teşkilatın sarsılacağını ve böylece, Doğu’daki, sonuç olarak kendileri için zararlı olacak prensiplerin memleketimize gireceğini ve halifeliğin Müslümanların gözünde düşeceği durumu açıklayacak ve Anadolu’dan milli teşkilat merkezlerinden bu konuda gelmiş olan bütün telgrafları gösterecek ve bu konu ile ilgili olarak ayrıca yazılı bir rapor da sunacaktır. Rapor birlikte yazılmıştır. Suretini daha sonra takdim ederiz (Rauf).

2 — Bu telgraf, 6.3.1920 günü öğleden sonra saat 17.15’te Harbiye telgrafhanesine verilmiştir.

Harbiye Nezareti Başyaveri

Salih

Efendiler, Rauf Bey’in sadrazam bulmak söz konusu olurken, benden bahsetmesi elbette gereksizdi. Aramızda asla böyle bir şey konuşulmuş değildi. Ben, aslında İstanbul Hükümeti’nin yaşayacağından ümitli değildim. Osmanlı Devleti’nin ömrünü tamamlamış olduğuna artık çoktan inanmıştım. Osmanlı Devleti’nin sadrazamlık makamına geçmek gibi zayıf ve anlamsız bir düşüncenin benim kafamda yeri olamayacağı tabii idi. Ben gelip geçmesi tabii olan inkılap safhalarını sakin bir şekilde takip ederken, yarının tedbirlerinden başka bir şey düşünmüyordum.

Rauf Bey, sözünü ettiği Celalettin Arif Bey’in raporunun suretini de gönderdi (Belge: 245).

Kabine kurulduktan sonra da şu bilgileri verdi:

Harbiye (Nezareti) 8.3.1920

20’nci Kolordu Komutan Vekilliğine

Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne:

1 — Kabine şöyle kurulmuştur: Sadrazam Salih Paşa; Şeyhülislam Dahiliye Nazırı. Hariciye Nazırı Safa Bey, Harbiye Nazırı yerlerinde bırakılmış; Bahriye Nazırlığına Salih Paşa vekil, Nafia Nazırlığına Tevfik Bey asıl Maliye Nazırlığına Tevfik Bey vekil. Devlet Şurasına Abdurrahman Şeref Bey vekil, Maarif Nazırlığına Abdurrahman Şeref Bey asıl, Evkaf Nazırlığına eski Şeyhülislam Ömer Hulusi Efendi asıl olarak, Adliye Nazırlığına Celal Bey, Ticaret Nazırlığına Defterhane Emini Ziya Bey.

2 — Celal Bey’in tutumunu bilmiyoruz. Bu şekil Damat Ferit Paşa’ya zaman kazandırmak için sarayın bir tertibidir. Salih Paşa, bir bunalımı önlemek suretiyle vatana yararlı bir hizmet yaptığı inancındadır. Bizim düşüncemiz bu kabineye güvenoyu vermemektir. Bunu sağlamak için grupta çalışıyoruz. Ferit Paşa tehlikesi hala vardır. Ona göre tedbirler alınması arz olunur.

3 — Dikkate değer bir nokta olarak şunu da arz edelim: Salih Paşa, Meclis-i Meb’usan içinden nazır almanın imkansızlığı anlaşıldıktan sonra, dışarıdan alınacak kimselerin tesbiti için grubun düşüncesini soracaktı. Sonradan, bundan vazgeçerek, adları bilginize sunulan kimselerden ibaret kabineyi kendiliğinden kurmuştur, efendim (Rauf).

Harbiye (Nezareti) Başyaveri

Salih

Trakya’da Cafer Tayyar Bey’in tuttuğu yanlış yol

Efendiler, İstanbul bunalımı üzerine yaptığım açıklamalar epeyce uzadı. İstanbul’da zaten öteden beri süregelmekte olan durumdan, daha birçok şeyin ortaya çıktığına şahit olacağız.

Müsaade buyurursanız, tekrar İstanbul’a dönmek üzere, biraz da Edirne taraflarındaki duruma göz atalım. Şimdiye kadar yaptığım genel açıklamalar sırasında, yeri geldikçe Trakya’yı da teşkilat ve tasarılarımızın hiçbir vakit dışında tutmadığımızı anlattığımı sanırım. Edirne ile olan ilişki ve haberleşmelerimiz, memleketin her yeriyle olduğu gibi devam ettirilmekteydi.

Yapılan haberleşmelerimizdeki dikkate değer bazı noktaları yüksek heyetinize açıklayarak bildirmek uygun olur:

1’inci Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Bey, 31 Aralık 1919 tarihli pek etraflı bir raporunda, Trakya ve özellikle Batı Trakya’da Yunanlıların yaptıkları işleri ve giriştikleri teşebbüsleri pek güzel açıklıyordu. Bu olağanüstü çalışmalara karşı kendisinin gerektiği gibi tertibat alamadığından şikayet ediyordu.

Kolordusunun bu durumda ve ileride ortaya çıkabilecek olaylar karşısında, görevini yapmaya imkan verecek bir durum almasına General Milne’in müsaade etmediğinin, haberleşme sonunda anlaşıldığını haber veriyordu (Belge: 246).

General Milne’in tertibat almamıza müsaade etmeyeceğine elbette şüphe yoktu. Bu açık gerçeği yazışma yoluyla anlamaya bilmem nasıl bir düşünce ve mantıkla kalkışılmıştı?

Cafer Tayyar Bey’e 3 Ocak 1920 tarihinde verdiğim talimatta, gönderdiğimiz gizli yönetmeliğe uyularak silahlı birlikler kurulmasını yeniden hatırlattım. Askeri durumun değiştirilmesi ile elde edilemeyen yararların bu şekilde elde edilmesi gerekir dedim (Belge: 247).

Harbiye Nazırı Cemal Paşa’ya da yine aynı tarihte durumdan bahsederek, Yunanlıların Doğu Trakya’da olsun, hazırlıklarına engel olmasını yazdım (Belge: 248).

Trakya Paşaeli Cemiyeti’nin gönderdiği raporlarda, gerektiği gibi teşkilat kurulamamakta olduğuna işaret ediliyor ve bazı yüksek dereceli memurlardan şikayet ediliyordu (Belge: 249). Bu gibi memurlara, öteden beri bazı uyarılarda bulunuyordum (Belge: 250). Asıl şikayet Cafer Tayyar Bey’den gelmeye başladı. Örnek olarak, bununla ilgili olarak okuyacağım şu mektup bir fikir verebilir sanırım:

26.1.1920

Sayın Paşam,

Arif Bey’in, Trakyalılar hakkında söylediklerini doğrularım. Trakya Cemiyeti maddi güçle desteklenmemiştir. Maalesef Cafer Tayyar hepimizi aldatmış. En küçük bir teşkilatlanmaya girmemiş, bir tek tüfekle bile silahlandırma yolunu tutmamıştır. Cafer’i şahsını düşünmekle suçlarım. Bulgaristan olaylarından da tamamen habersiz, tam bir gaflet içindedir.

Son günlerde, Cafer’in tümenlerine gönderdiği yazılı bir emir tesadüf eseri olarak elimize geçti. Yunanlıların yaptıklarından ve niyetlerinden, bu durum karşısında, artık Müdafaa-i Hukuk talimatı uyarınca, milli teşkilata başlamak gerekirken, komutanların bu konuda, subaylar vasıtasıyla halka yardım edip etmemek hakkındaki düşüncelerini soruyor. Artık düşününüz… Allah milli meselelerde aldatanları kahretsin. Fakat aldanmış olanlara da çok yazık!

Sonuç: Bulgar askeri Batı Trakya’yı boşaltarak gittiği, beş on memurla 150 – 200 jandarmadan başka kuvveti bulunmadığı halde, kendisinden ihtilal ve savaşla vatanı savunmasını beklediğimiz Trakya bir şey yapamadı. Cafer bu durumun üzüntüsünü çekti mi bilmem.

Bu yüzden, artık Topçu İhsan’ı, Baytar Rasim’i (zeki, hareketli, ölçülü, kendisine güvenilir bir arkadaş) teşkilat kurmak üzere Trakya’ya göndereceğiz. Buradan silah da göndereceğiz. Kör olası Cafer, yalnız bunları serbest bıraksın. Gölge etmesin başka ihsan istemeyiz.

Edirne hattını, İngilizler, kendi askerleriyle teslim alıyor. Yunanlılar Hadımköy, Çorlu, Lüleburgaz’da toplanıyor.

Bulgaristan kaynaşıyor. Yunan eşkiyalığı artmakta, halkın şikayeti karşısında vali elini oğuşturmakta, Cafer acizliğini göstermekte. Trakya’nın bolşevikliğe karşı yabancı kuvvetlerin yığınak yeri olması, Bulgarların saldırılarına uğraması beklenebilir. Orada kuvvetli bir pençe ve beyin lazım. Ne Cafer ne vali bu işin ehli de değillerdir, fedakar da değillerdir.

İşte durum budur. Ben bunlarla çok uğraşıyorum. Geçen gün bir şifrenizi almış, pek üzülmüş ve şifre ile açıklama rica etmiştim. Cevap alamadım. Paşam, şahsi bir siyaset güttüğümü mü zannediyorsunuz? Yoksa maksadı kavramayacak, durumu etraflı olarak anlamayacak ahmaklardan olduğumu mu zannediyorsunuz? Her iki durumu da protesto ederim. İnancım ve gayem birdir.

Hiç şaşmadan yürüyorum. Yalnız, başka bir şey düşünüyor da bana söylemek istemiyorsanız, ona bir şey demem.

Açıkça bildirmenizi rica ederim. Sert ve azarlayıcı sözlere son derece üzülürüm. Bu, beni çalışmaktan alıkoymaz. Beni muhalefete geçirmez. Fakat, arada pekala bir kişilik meselesi doğurabilir.

Buna dikkatinizi çeker, bir gerçek ortaya çıkmadan ve benim neler çektiğimi anlamadan teşebbüslerde bulunmamanızın, mevkiinizden beklenen ve hiç ihmal götürmeyecek olan incelik ve yumuşaklık gereği olduğunu, şuracıkta belirtmeme müsaade buyurunuz. Saygılarımı sunar, başarılar dilerim Paşam.

Vasıf

Efendiler, Edirne’den gelen yazılardan ve raporlardan, bence, yanlış bir görüş takip edildiği anlaşılıyordu. Şimdi okunan mektupta da bu yanlış görüşün benimsendiğini gösteren cümleler vardır. Bu yanlış tutumu düzeltmek için, öteden beri belirtilen görüşlerimizi, 3 Şubat 1920 tarihinde Cafer Tayyar Paşa’ya ve İstanbul’da Rauf Bey’e bir kez daha bildirdim.

Tekrar ettiğim görüş şuydu:

Doğu ve Batı Trakya’nın milli bir bütün olarak tasavvur ve ifadesi doğru bir politika değildir. Doğu Trakya, itiraz ve tartışma kabul etmez şekilde yurdumuzun bir parçasıdır. Batı Trakya ise, bir antlaşma ile daha önce terkedilmiş olan bir bölgedir.

Olsa olsa, Doğu Trakya, Batı Trakya’nın kurtarılmasına çalışanların bir hareket üssü olabilir.
Doğu ve Batı Trakya’nın birliği üzerinde ısrarla direnmek, Doğu Trakya üzerinde de bazı iddiaların ileri sürülmesine yol açabilir.

Bulgarların da Adalar Denizi’nde iktisadi bir çıkış kapısı istemeleri, üzerinde ayrıca düşünülmeye değer. Bulgaristan içinde bu bakımdan gayret sarfedilmelidir (Belge: 251).

Cafer Tayyar Paşa da, memurlardan, ileri gelenlerden ve halktan şikayet ediyordu. 7/8 Mart 1920 tarihli bir şifresinde, bizde halk her işi hükümetten beklemekte; sivil idare amirlerinin nemelazımcı tutumları yüzünden milli teşkilat yüksek emirlerinize uygun olarak kurulamamaktadır.

İl sınırları içinde sık sık yapmakta olduğum teftişlerde, özellikle köylülerle sıkı temas kurmaktayım… Fakat, her köye gitmek mümkün olamıyor. Teşkilatın köklü ve yaygın olması hepimizin ortak isteği olup, bunun da ileri sürülen sakıncaların ortadan kaldırılmasına çalışmakla gerçekleştirilebileceği bilgilerinize sunulur diyordu (Belge: 252).

Efendiler, General Milne, Cafer Tayyar Paşa’ya askeri durumu değiştirtmiyor. Vali ve mutasarrıflar tarafsız kalıyor. Her işi hükümetten bekleyen halka, milli teşkilatın kurulmasında yardım ve öncülük etmiyorlar. Bu sakıncalar giderilmedikçe, teşkilatın köklenip yaygınlaşması da mümkün görülmüyor.

Karakol Cemiyeti İstanbul’da teşkilatını genişletmeye çalışıyor

Efendiler başka bir münasebetle Karakol Cemiyeti’nden ve onun çalışmalarını yasaklama konusundaki teşebbüslerimizden bahsetmiştim. Bu cemiyetin İstanbul’da hala teşkilatını genişletmeye çalıştığı anlaşılıyordu. Yeniden şöyle bir uyarıda bulunmak gerekti:

Yazı ile 12.3.1920

Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanı

Albay Şevket Beyefendi’ye

İstanbul’da bulunan teşkilatımızın gayeye hizmet konusunda yetersiz olduğu anlaşılmaktadır. Çeşitli zamanlarda ve özellikle bugünlerde Ankara’ya gelen ve durumu bilen bazı kimselerin verdiği bilgilere göre, bundaki başarısızlık sebebi, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti teşkilatı adı altında Karakol Cemiyeti tüzüğünün uygulanmaya çalışılmasından ileri gelmektedir.

Karakol Cemiyeti’nin tüzüğü, birçok kimseyi teşkilatla ilişki kurmaktan ürkütmüştür. Bu sebeple, Müdafaa-i Hukuk Teşkilatı Tüzüğü’nün esaslarına göre teşkilatlanmak, özellikle İstanbul için yeterlidir.

Çünkü, İstanbul’da asıl gücü fikir akımlarını birleştirmede aramalıdır. İstanbul’da fiili hareketler ve özel teşebbüsler için kurulacak silahlı teşkilatta bile, Müdafaa-i Hukuk Tüzüğü ekinin uygulanması gerekir.

İstanbul Merkez Heyeti’nin ve ona bağlı şubelerdeki yönetim kurullarının ortaya çıkmasında bir sakınca görülüyorsa, bu kurullara girecek olan kimseler şahıslarını gizli tutabilirler.

Bu esaslar çerçevesinde kurulmuş ve kurulacak olan teşkilatın ve bunların merkez heyetleri ile yönetim kurullarını oluşturan kimselerin adlarının güvenilir bir vasıta ile gönderilmesine yüksek lutuf ve yardımları özellikle istirham olunur efendim.

Heyet-i Temsiliye adına

Mustafa Kemal

İstanbul’daki Kuva-yı Milliye Başkanlarının tutuklanması hakkında Londra’dan gelen emir

Şimdi, isterseniz yeniden İstanbul’a dönelim. 11 Mart 1920 tarihli bir telgrafta, Rauf Bey şu bilgileri veriyordu: 10 Mart 1920 günü öğleden sonra, İtilaf Devletleri’nin temsilcileri toplanmışlar.

Londra’dan gelen ve İstanbul’daki Kuva-yı Milliye başkanlarının tutuklanması emrini içine alan bir meseleyi görüşmüşler ve emri yerine getirmeye karar vermişler. Bu bilgi, güvenilir bir kimseye sağlam bir kaynaktan gizlice verilmiş ve bu gibi kimselerin bir an önce İstanbul’dan uzaklaşmaları gereği bildirilmiş. Bu durumu çeşitli ihtimallere göre değerlendirdikten sonra, işin sonuna kadar İstanbul’da kalarak namus görevini yerine getirmeye karar vermişler.

Sadrazam Salih Paşa, bu duruma bile bile yol açmaktaymış. Onun için kabineyi düşürmeye çalışacaklarmış. Başaracaklarına da güveniyorlarmış (Belge : 253).

Rauf Bey’in, bu telgrafın arkasından aynı gün gelen kısa bir telgrafında, son arz ettiğimiz hususlar ve hükümetin durumu hakkında bir türlü düşüncelerinizi öğrenemediğimizden, telgrafın size ulaşmamış olmasından ve sağlığınızdan haklı olarak endişe ediyorum. Cevabınızı bekliyoruz. denilmekteydi.

Rauf Bey’e ve bilgi için 15’inci ve 3’üncü Kolordulara 11 Mart tarihinde şu bilgileri vermiştim:

11.3.1920

Dün akşam, yani 10/11 Mart 1920’de, Ankara’da Fransız temsilcisi Yüzbaşı Boizeau (Buazo)’nun tercümanı olup bize öteden beri gizli haberler getiren biri Ankara’daki İngiliz temsilcisi Withall (Vitol)’ün, aldığı bir telgraf üzerine, bütün eşyası, ağırlıkları ve yanındaki adamlarıyla birlikte bugün Ankara’dan ayrılarak İstanbul’a hareket edeceğini ve bu trenden sonra, demiryolu ulaşımının İngilizlerce durdurulacağını ihbar etti.

Adı geçen Withall, bugün gerçekten haber verildiği şekilde yola çıktı. Bu bakımdan tren seferlerinin de kesilmesi kuvvetle tahmin edilmektedir. Bu durumun, İstanbul’da İtilaf Devletleri’nce alınan tedbirlerle ilgili bulunduğuna şüphe yoktur.

Mustafa Kemal

Rauf Bey’in son telgrafına da şu cevabı vermiştim:

Kabineye güvensizlik oyu vererek, sizlerin bir hücuma geçmeniz o kadar kuvvetli bir sebebe dayandırılamayacaktır. Grubun dayanışma ve direnme derecesi ile işbirliği yapma konusundaki kesin tutumu üzerinde açık bir düşünce ve kanaata varmadıkça, Salih Paşa’nın Grup Yönetim Kurulu’yla görüşmeden hareket etmesini, bir şartlılık meselesi yapma hususundaki kararınız hakkında hiçbir fikir ileri süremem.

İngilizlerin tutuklama kararına karşı, Meclis’in, cesaretle sonuna kadar görevine devamı pek yararlı ve parlaktır. Ancak, sizinle birlikte, kendileri ileriki teşebbüs ve çalışmalarımız için çok gerekli olan arkadaşların sonunda bize katılmalarını sağlayacak çarelerin düşünülmüş ve bulunmuş olması şarttır.

Aksi takdirde, grubun birlik halinde ve kararlılık içinde hareketini düzenleyebilecek kimselerin şimdiden görevlendirilmesi ve sizlerin hemen buraya gelmeniz gerekir. Buraya gelecek kimseler arasında, memleketi temsil edebilme niteliğini taşıyanlarla, gerektiğinde hükümet kurabilecek ve yönetebilecek değerde olanların bulunması önemlidir. İtilaf Devletleri’nin zorlayıcı tedbirlere başvuracaklarına şüphe yoktur… v. b. (Belge: 254).

Efendiler, Rauf Bey’i ve öteki şahısları tam zamanında çağırmış olduğumuz, olaylarla hem de üç dört gün geçmeden belli oldu. Ancak, ne yazık ki, bu davetimiz, gereken önem ve ciddiyetle dikkate alınacak değerde görülemedi. Rauf Bey ve Vasıf Bey gibi kimseler, en sonunda büyük bir uysallıkla Malta’ya gittiler. Bu durumu biliyorsunuz.

Son dakikaya kadar Anadolu’ya geçmek ve Ankara’ya gelmek fırsat ve tedbirlerinin bazı bazı arkadaşlar tarafından hazırlandığı ve sağlandığı bana anlatılmıştır. Eğer böyle idiyse, bu kimselerin Ankara’ya gelmeye razı olmayıp İngilizlere teslim olmayı ve Malta’ya gitmeyi tercih etmelerindeki sebep ve özür, cidden incelenmeye değer.

Gerçekten, Türkiye’nin durumunun ve geleceğinin şüpheli, karanlık, tehlikeli görüldüğü varsayımına göre, bu karanlık tehlike içine atılacakların, korkunç ve müthiş bir sonla karşılaşma kuruntusunun etkisi ile en sonunda bir süre kalmak üzere, düşmana teslim olmayı daha uygun bulacakları gözden uzak tutulamaz. Bununla birlikte, ben burada böyle ağır bir yargıya varmaktan çekinirim. Bu düşünceyledir ki, bu şahısları Malta zindanlarından kurtarmak için her fırsattan yararlanarak mümkün olan teşebbüslerde bulunmaktan geri durmadım.

İstanbul’ un işgali

Efendiler, İstanbul’da 10’uncu Tümen Komutanı’ndan Ankara’da 20’nci Kolordu Komutanlığı’na 9 Mart 1920 tarih ve 456 sayılı şifre olarak 14 Mart 1920 günü bir yazı geldi. Çözülmüşü şuydu:

Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne özel: İngilizler tarafından Türk Ocağı binasının işgali üzerine Milli Talim ve Terbiye binasına taşınan Ocağın, bu yeni taşındığı bina, dün öğle vakti İngilizler tarafından yeniden işgal edilmiştir, efendim. 9 Mart 1920 (adi).

Efendiler, 1920 senesi Martının 16’ncı günü öğleden önce, saat 10.00’da makine başında şöyle bir telgraf geldi :

İstanbul, 16.3.1920

Ankara’da Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne

Bu sabah, Şehzadebaşı’ndaki Muzıka Karakolu’nu İngilizler basıp oradaki askerlerle çarpışarak, sonunda şimdi İstanbul’u işgal altına alıyorlar. Bilgilerinize arz olunur.

Manastırlı Hamdi

Ben bu telgrafın altına kurşun kalemle ivedi olarak kolordulara benim imzamla M. Kemal işaretini koyduktan sonra, telgrafı verenden açıklama istemeye başladım. Manastırlı Hamdi Efendi birbiri ardınca bilgi vermeye devam etti.

Bizim en çok güvendiğimiz bir arkadaşımız var ki, yalnız o değil, herkes, yani gelenler söylüyor. Şimdi de Harbiye’nin işgalini haber aldık. Hatta, Beyoğlu telgrafhanesinin önünde İngiliz askerlerinin bulunduğunu öğrendik, fakat telgrafhaneyi işgal edip etmeyecekleri bilinmiyor.

Bu sırada Efendiler, Harbiye telgrafhanesinden memur Ali bilgi vermeye başladı:

Sabahleyin İngilizler basarak altı kişiyi şehit ettiler. On beş kadar da yaralı var. Şimdi İngiliz askerleri dolaşıyor. Şimdi, işte, İngiliz askerleri Nezaret’e giriyorlar. İşte içeri giriyorlar. Nizamiye kapısına. Teli kes! İngilizler buradadır.

Manastırlı Hamdi Efendi, bizi yeniden buldu.

Paşa Hazretleri,

Harbiye telgrafhanesini de İngiliz askerleri, işgal edip teli kestikleri gibi bir yandan Tophane’yi işgal ediyorlar, bir yandan da zırhlılardan asker çıkarılıyor. Durum ağırlaşıyor efendim. Sabahki çarpışmada 6 şehit 15 yaralımız var. Paşa Hazretleri, yüksek emirlerinizi bekliyorum.

16 Mart 1920

Hamdi

Hamdi Efendi devam etti:

Sabahleyin bizim asker uykuda iken, İngiliz deniz askerleri karakola gelip giriyor. Askerimiz uykudan şaşkınlık içinde kalkınca çarpışmaya başlanıyor. Sonunda bizden 6 kişi şehit oluyor, 15 kişi yaralanıyor. Bunun üzerine, zaten mel’unluklarını tasarlamışlar ki, hemen zırhlıları rıhtıma yanaştırıp bir yandan Beyoğlu tarafını ve Tophane’yi bir yandan da Harbiye Nezareti’ni işgal etmişlerdir. Şimdi artık, ne Tophane’yi ne de Harbiye telgrafhanesini bulmak imkanı olmuyor. Şimdi aldığım habere göre işgal Derince’ye kadar yayılıyormuş, efendim.

İşte Beyoğlu telgrafhanesi de yok. Orayı da işgal ettiler galiba, Allah korusun, burayı işgal etmesinler. İşte Beyoğlu telgraf memurları, müdürleri geldiler. Kovmuşlar.

Bir saate kadar burası da işgal olunacaktır. Şimdi haber aldım, efendim.

Rahmetli Hayati Bey, benim ilk haber telgrafı üzerine yaptığım işarete uygun olarak, verilen bilgileri özetlemiş; Rumeli ve Anadolu’daki bütün komutanların adresine telgraf çektiriyordu. Bir an önce İstanbul üzerinden Edirne’ye çektirilmesini söylemiştim (Belge: 255). Hamdi Efendi:

Yüksek emirleriniz yerine getiriliyor. Edirne’ye yazıyorum ve bütün merkezleri hazır ettirdik.
Hamdi Efendi’den:

Milletvekilleri ile ilgili bir haber aldınız mı? Meclis telgrafhanesi cevap veriyor mu? diye sordum. Hamdi Efendi:

Evet veriyor. 14’üncü Kolordu Komutanı hazır. Paşa istiyordu, verelim mi?

Efendiler, bundan sonra artık Hamdi Efendi’nin sözünü işitemedik. İstanbul merkezinin de işgal edilmiş olduğuna hükmettik.

Manastırlı Hamdi Efendi

Bu vatansever ve cesur, Manastırlı Hamdi Efendi olmasaydı, İstanbul felaketinden haber almak için, kimbilir, ne kadar çok beklemek zorunda kalacaktık. İstanbul’da bulunan nazır, milletvekili, komutan ve teşkilatımızdan bir kimsenin çıkıp da bize vaktinde haber vermeyi düşünememiş olduğu anlaşılıyor.

Demek ki, hepsini heyecan ve korku bürümüştü. Bir ucu Ankara’da bulunan telin İstanbul’da bulunan ucuna yanaşamayacak kadar şaşkın bir duruma gelmiş olduklarına hükmetmek, bilmem ki doğru olur mu? Telgraf memuru Hamdi Efendi, daha sonra Ankara’ya gelerek karargahımız telgraf memurluğunu yapmıştır. Kendisine borçlu olduğum teşekkürü burada açıkça ifade etmeyi milli ve vatani görevlerimden sayarım.

Efendiler, bu durum üzerine, meydana gelebilecek bir felaketin önüne geçmek için şu emri verdim:

Bütün Vali ve Mutasarrıflara

Sivas’ta 3’üncü Kolordu, Bandırma’da 14’üncü Kolordu, Ankara’da 20’nci Kolordu, Erzurum’da 15’inci Kolordu, Konya’da 12’nci Kolordu, Diyarbakır’da 13’üncü Kolordu Komutanlıklarına İzmir Cephesinde Refet Beyefendi’ye, Balıkesir’de 61’inci Tümen Komutanlığı’na, bütün Müdafaa-i Hukuk Merkez Heyetleri’ne ve Yönetim Kurullarına

Telgraf, ivedi Ankara, 16.3.1920

Bugünkü duruma göre, milletimi, medeniyet dünyasının insanca duygularla dolu vicdanlarına ve bütün İslam dünyasının manevi birliğine güvenmekle birlikte, dost olsun düşman olsun, bütün resmi dış dünya ile geçici olarak bir süre için ilişki kuramayacaktır.

Bugünlerde, yurdumuzdaki Hristiyan halka karşı göstereceğimiz insanca davranışın değeri pek büyük olduğu gibi, hiçbir yabancı hükümetin açıktan veya dolaylı yoldan yardımını görmeyen Hristiyan halkın tam bir huzur ve sükun içinde yaşamaya devam etmeleri, ırkımızın yaratılıştan bezenmiş olduğu medeni kabiliyetine kesin bir delil olacaktır.

Yurt çıkarları aleyhinde çalıştıkları görülenler ile, memleketin huzur ve güvenliğini bozanlar hakkında, din ve milliyet ayrımı yapılmaksızın, kanun hükümlerinin eşit olarak ve şiddetle uygulanmasını; bulundukları yerlerdeki mahalli idarelere bağlılık gösteren ve vatandaşlık görevlerini yapmakta kusur göstermeyenler hakkında ise, yumuşak ve şefkatli davranılmasını özellikle ister, bu hususların bütün ilgililere hemen bildirilmesini ve bütün yurttaşlara uygun vasıtalarla duyurulmasını rica ederiz, efendim.

Müdafaa-i Hukuk Heyeti

Temsiliyesi adına

Mustafa Kemal

İtilaf Kuvvetleri’nin telgrafla memlekete yapmak istedikleri resmi tebliğ

Efendiler, İtilaf Kuvvetleri, İstanbul telgraf merkezlerini işgal ettikten sonra, memlekete telgrafla bir resmi tebliğde bulunmak istediler. Tarafımızdan yapılan uyarı ve hatırlatmalar üzerine, bazı merkezler dışında bu resmi tebliğ alınmadı. Alanlar ve cevap verenlerden belli başlıları şunlardır:

İzmit Mutasarrıfı Suat Bey (Belge: 256), Konya Valisi Suphi Bey (Belge: 257).

Resmi Tebliğ

Beş buçuk yıl önce, Osmanlı Devleti’nin mukadderatını her nasılsa elde etmiş olan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin liderleri, Alman telkinlerine kapılarak Osmanlı Devlet ve Milletini I. Dünya Savaşı’na soktular. Bu haksız ve uğursuz siyasetin sonucu bilinmektedir. Osmanlı Devlet ve Milleti, bir türlü felaket geçirdikten sonra, öyle bir yenilgiye uğradı ki, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin liderleri bile, bir Ateşkes Anlaşması yaparak kaçmaktan başka çare bulamadılar. Anlaşmanın yapılmasından sonra, İtilaf Devletleri’ne bir görev düştü.

Bu görev eski Osmanlı İmparatorluğu’nun bütün halkının, ırk ve mezhep ayrılığı gözetilmeksizin gelecekteki mutluluklarını, gelişmelerini, sosyal ve ekonomik hayatlarını güven altına alan bir barışın temellerini atmaktan ibaretti.

Barış Konferansı, bu görevi yerine getirmekle uğraşırken, kaçmış olan İttihat ve Terakki ileri gelenlerinin taraftarı olan bazı kimseler, Milli Teşkilat takma adı ile bir teşkilat kurarak ve Padişah ile İstanbul Hükümeti’nin emirlerini hiçe sayarak, savaşın acı sonuçlarıyla büsbütün tükenmiş olan halkı askerlik için toplamak, çeşitli unsurlar arasında nifak çıkarmak, milli yardım bahanesiyle halkı soymak gibi işleri yapmaya yeltendiler ve böylece barış değil, sanki yeni bir savaş devrini açmaya çalıştılar.

Bu teşebbüs ve kışkırtmalara rağmen, Barış Konferansı görevine devam etti ve nihayet İstanbul’un Türk idaresinde kalmasına karar verdi. Bu karar Osmanlıların kalplerini ferahlatacaktır. Ancak, bu kararlarını Babıali’ye bildirdikleri zaman, uygulamanın ne gibi şartlara bağlı olduğunu da hatırlattılar.

Bu şartlar, Osmanlı vilayetlerinde bulunan Hristiyanların hayatlarını tehlikeye sokmamak, bugün İtilaf Devletleri ile müttefiklerinin askeri kuvvetleri aleyhinde yapılmakta olan sürekli hücumlara son vermekti. İstanbul Hükümeti, bu uyarıya karşı bir dereceye kadar iyiniyet göstermiş ise de, Milli Teşkilat takma adı ile hareket eden kimseler, ne yazık ki, teşvik ve tahriklerinden vazgeçmek istemediler.

Aksine, hükümetin kendileri ile işbirliği yapmasını sağlamaya çalıştılar. Herkesin sonsuz bir hasretle beklediği barış için büyük bir tehlike demek olan bu duruma karşı, İtilaf Devletleri, yakında karara bağlanacak barış hükümlerinin uygulanmasını sağlamak üzere, gerekli tedbirleri düşünmeye mecbur oldular. Bunun için bir tek çare buldular. Bu da, İstanbul’u geçici olarak işgal etmekti. Bu karar bugün yürürlüğe girmiş olduğundan, kamuoyunu aydınlatmak için aşağıdaki noktaların açıklanması gerekir:

1 — İşgal geçicidir.

2 — İtilaf Devletleri’nin niyeti, saltanat makamının nüfuzunu kırmak değil, aksine, Osmanlı idaresinde kalacak olan memleketlerde o nüfuzu güçlendirmek ve sağlamlaştırmaktır.

3 — İtilaf Devletleri’nin niyeti, yine Türkleri İstanbul’dan mahrum etmemektir. Fakat, Allah korusun, taşrada genel bir karışıklık veya katliam gibi olaylar ortaya çıkarsa, bu karar değiştirilebilir.

4 — Bu nazik dönemde, ister Müslüman ister gayrimüslim olsun, herkesin görevi, kendi işine gücüne bakmak, güvenliğin sağlanmasına yardımcı olmak, Osmanlı Devleti’nin yıkıntısından yeni bir Türkiye’nin kurulması için var olan son bir ümidi, çılgınlıklarıyla mahvetmek isteyenlerin aldatıcı sözlerine kapılmamak ve hala saltanat merkezi olarak kalan İstanbul’dan verilecek emirlere uymaktır.

Yukarıda sayılan kışkırtmalara katılan şahısların bazıları, İstanbul’da yakalanmışlardır. Onlar elbette kendi yaptıklarından ve sonra da, o yaptıklarının sonucu olarak ortaya çıkabilecek olaylardan sorumlu tutulacaklardır.

İşgal Kuvvetleri

Bu tebliğ dolayısıyla, derhal şu genelgeyi yayınladım:

16.3.1920

Bütün Vali ve Komutanlara ve Müdafaa-i Hukuk Heyetlerine İtilaf Devletleri tarafından silahlı çarpışma sonunda, İstanbul’un işgali zorla gerçekleştirilmiştir. Bu suikasttan yararlanarak hainlik düşünen birçok kimsenin milleti aldatmaya kalkışmaları muhtemeldir.

Nitekim, resmi bildiriler şeklinde imzasız bazı bildirilerin yayınlanmak istendiğini öğreniyoruz. Yanlış hareketlere yer verilmemek ve gerçek duruma ters düşen heyecanlar yaratılmamak bakımından, bu gibi bildirilere asla değer verilmemesi gerekir. Gerçek durumu izleyen Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, milleti aydınlatacaktır.

Mustafa Kemal

Yabancı devletlere yaptığım protesto

Paylaş; başkaları da faydalansın!

One thought on “Nutuk 13. Bölüm ( Milli bir kalbine kurulmasının imkansızlığı … Yabancı devletlere yaptığım protesto )

  1. I just want to tell you that I am just newbie to blogging and absolutely savored this blog. Very likely I’m planning to bookmark your blog . You certainly have perfect articles. With thanks for sharing with us your web site.

you could look here için bir cevap yazınCevabı iptal et

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.