Nutuk, Vatan için

Nutuk 18. Bölüm ( Birinci İnönü Zaferi … Tevfik Paşa’nın teklifleri karşısında Büyült Millet Meclisi’nin kararı )

Paylaş; başkaları da faydalansın!

 

Birinci İnönü Zaferi

İznik’ten, Gediz üzerinden Uşak’a kadar bir hat çekildiğini düşününüz, bu hattın, Gediz’in kuzeyinde kalan parçası iki yüz kilometredir. Gediz’den Uşak’a olan parçası da otuz kilometre kadardır.

Düşman, üç tümenle bu hattın kuzey ucundan Eskişehir üzerine yürüdü. Bizim Gediz’de bulunan önemli kuvvetlerimiz, Eskişehir üzerinden bu düşman tümenlerini karşılamaya mecburdu. Karşıladı ve yendi. İnkılabımızın tarihine, Birinci İnönü Zaferi’ni kaydetti.

Güney Cephesi’ne ait olan kuvvetler, eski yerlerine Dumlupınar’a iade edildiler. Kütahya’da yalnız 61’inci Tümen, iki alay kadar kuvvetiyle İzzettin Bey (Ordu Müfettişi İzzettin Paşa’dır) komutasında bırakılmıştı.

Efendiler, 8 Ocak 1921 Cumartesi günü, Meclis’in açık oturumunda durumu anlatıyordum. Artık herkes gerçeği görmüş ve anlamıştı. Ethem ve kardeşlerinin lehinde ve yumuşak hareket edilmesi görüşünde olanlar, bu defa aleyhlerinde ve pek coşkun idiler.

Ben konuşurken Ethem, Tevfik ve Reşit Bey’lerin diyerek konuşmama itiraz edildi. Yükselen bir ses: Paşa Hazretleri, artık Bey demeyiniz, Hain deyiniz. uyarısında bulundu. Ethem ve Tevfik hainleri diyeceğim, fakat daha Büyük Millet Meclisi üyesi sıfatını taşıyan Reşit Bey için de aynı sözü kullanmak mecburiyetindeyim.

Yüce heyetinize olan saygım dolayısıyla bunu söyleyemem. Önce, Reşit Bey’in Büyük Millet Meclisi üyeliğinin kaldırılmasına oy vermenizi rica ederim. dedim.

Düşmanla işbirliği yapan Manisa milletvekili Reşit Bey’in milletvekilliğinin kaldırılması kararı

Başkan, Millet ve memleketin yüksek çıkarları aleyhine silah kullanarak düşmanlarla işbirliği yapan Manisa milletvekili Reşit Bey’in milletvekilliğinin kaldırılmasını kabul buyuranlar el kaldırsın! dedi. Eller kalktı, kabul olundu.

Ethem ve kardeşleri canlarını Refet Paşa’ya borçludurlar

Yunan ordusunun giriştiği bu taarruzda, Ethem ve kardeşleri de kendilerine düşen görevi yerine getirmekten geri durmadılar. Tekrar Kütahya’ya yönelerek, orada bulunan zayıf tümenimize saldırmaya başladılar. İzzettin Paşa’nın sağlam karakteri, vukuflu komutası ve emrindeki Türk subay ve erlerinin yüksek kahramanlıkları Ethem ve kardeşleriyle saldıran hain kuvvetleri yenerek geri çekilmeye mecbur etti.

Eğer kendi şahısları da dahil olmak üzere toptan yok edilmekten kurtulabilmişler ise, bunu da hiç sevmedikleri Refet Paşa’ya borçlu olduklarını söylemeliyim. Bu noktayı açıklayıvereyim:

Refet Paşa, iki süvari tümeniyle, Dumlupınar’ın on kilometre kadar doğusunda Küçükköy’de bulunuyordu. Kütahya’da bulunan 61’inci Tümen’e, batıdan taarruz eden Ethem kuvvetlerini derhal yenmek ve yoketmek üzere hareketi emrolundu. Refet Paşa, kendi süvarileriyle Ethem kuvvetlerinin yan ve arkasına gidecekti. Bulunduğu yerden kuzeye, Kütahya’ya bakılacak olursa, bu görevin tabii bir yürüyüşle ve pek etkili bir şekilde yapılabileceği meydandaydı. Halbuki Refet Paşa, gereken yere gitmemiş. Bunun aksi tarafına, Kütahya’nın batısına değil, doğusuna Alayunt’a gitmiş. Süvari kuvvetleri, 12 Ocak 1921 günü öğleye doğru Alayunt bölgesine ulaştı.

Refet Paşa, İzzettin Paşa ile görüşmek üzere Kütahya’ya gitti. İzzettin Paşa, süvari tümenlerinin Kütahya güneyinden, Yellice dağı batısından, tamamen süvariden ibaret olan Ethem kuvvetlerinin gerilerine gönderilmesini teklif etmiş.

Refet Paşa, iki tarafın savaş durumu hakkında tam bir bilgisi olmadığını ileri sürerek, böyle bir harekete yanaşmamış…

Refet Paşa, İzzettin Paşa kuvvetleri, doğuya, Porsuk suyu gerisine çekilme durumu ile karşılaşırsa, süvarileriyle Kütahya ovasından asilerin yan ve gerilerine taarruzu düşünüyormuş.

Atlı asilerin hayvanlarından inip piyade tümenimiz karşısında yaya olarak savaştığı en zayıf durumunda bile üzerine yürümekte kararsızlığa düşen komutanın, piyade tümenimiz yenilmiş olarak geri çekilirken atları üzerinde bulunacak, manevi güçleri yükselmiş asilerin, hangi yanına ve nasıl taarruz etmeyi düşündüğü, gerçekten her asker için üzerinde durup düşünülecek bir meseledir.

Böyle şey olamaz! Bu düşman süvarisi, geri çekilmeye mecbur ettiği piyadeyi bırakıp Refet Paşa süvarileri üzerine atılmayacak mıydı?

Efendiler, savaş alanına, top ve tüfek sesine gelen kuvvetin, bir tek tüfek atmadan, savaşmakta olan kendinden bir kuvvetin yenilmesini beklemesi ve ondan sonra iş görebileceğini sanması, yalnız asker olanların değil, en sade görüşlü insanların bile akla yatkın bulacağı bir düşünce değildir. Görev ve fedakarlık, savaşan birliklerin yenilmeden, çekilmeden başarısını sağlamaya çalışmakla yerine getirilir.

Arkadaşı savaşırken ve yardıma muhtaç iken, seyirci kalmış olan komutanlar, arkadaşının yenilgisine şahit olabilirlerse de tarihin amansız tenkit ve suçlamalarından asla kurtulamazlar.

İzzettin Paşa, 11 Ocak 1921 öğlesinden 13 Ocak gece yarısına kadar devam eden şiddetli ve kritik çarpışmalar sırasında, süvari gruplarının da taarruza katılması zamanının geldiğini Genelkurmay Başkanlığı’na bildirmişti.

Refet Paşa, Güney Cephesi’nden getirtmekte olduğu 8’inci Tümen yetişebildiği takdirde, 14 Ocakta taarruza geçmek niyetinde olduğunu, birliklerine bildiriyordu. İzzettin Paşa, 11, 12, 13 Ocak günlerinde yalnız başına düşmanla savaştıktan sonra, akşam gün batarken yaptığı bir karşı taarruzla asileri yenerek kaçmaya mecbur etti.

Refet Paşa, muharebeye seyirci kalmak suretiyle büyük bir fırsatı kaçırdı; Ethem’i ve kuvvetlerinin geri çekilmesine elverişli bir durum yarattı. 14’üncü günü emri altında bulunan bütün süvari kuvvetlerini Süvari Tümen Komutanlarından Derviş Bey’in (Kolordu Komutanı Derviş Paşa’dır) emrine vererek, onu, Ethem’in takibi ile görevlendirdi.

Derviş Paşa, Afşar’da, özellikle Gediz’de Ethem kuvvetlerinin gerilerine doğru, geceleri de yürümek suretiyle indirdiği korkunç darbelerle Ethem, Tevfik ve Reşit kardeşleri sersem etti. Kuvvetlerinin toplanmasına zaman bırakmadı. Derviş Bey,

Ethem ve kardeşlerini 14 Ocaktan 22 Ocağa kadar dokuz gün nefes aldırmaksızın durmadan takip etmiştir. Sonunda, bütün Ethem kuvvetleri esir edilmiş; yalnız Ethem, Tevfik ve Reşit kardeşler yine bir görev almak üzere düşman ordugahına kaçabilmişlerdir.

İzzet ve Salih Paşalar Ankara’dan memnun görünmüyorlar, ille payitahta gitmek istiyorlardı

Saygıdeğer Efendiler, Ankara’da bulunan İstanbul’lu misafirlerimize, bir bir buçuk aylık misafirlikleri sırasında çok şeyler göstermek fırsatına sahip olduğumuzu sanıyorum. Asi Ethem ve kardeşlerinin kuvvetleri ortadan kaldırıldı. Yunanlıları İnönü’de üç günde yendik. Büyük Millet Meclisi’nin ferahlayacağı ve memnun olacağı yeni bir devir açıldı. Fakat, İzzet ve Salih Paşa’lar, bunların hiçbirinden memnun görünmüyorlar, sıla özlemine tutulmuş gibi de payitahta (154) gitmek istiyorlardı. İstanbul’daki arkadaşlarının da çok merakta oldukları anlaşılıyordu.

Ankara’ya gelişlerinden on gün sonra, Fransız telsizleriyle Zonguldak’a bir telgraf gelmişti. Telgraf şudur:

16.12.1921

Zonguldak Mutasarrıflığı Vasıtasıyla

Devletli İzzet Paşa Hazretleti’ne

Zatıdevletlerinden henüz bir haber alınamadığından, yüksek heyetin İstanbul’a ne zaman geleceği haberinin beklenmekte olduğu…

Mustafa Arif

İki gün sonra Adapazarı üzerinden de şu telgraf geldi:

Dahiliye Nazırı İzzet Paşa Hazretleri’ne

Zatıdevletlerinden bir bilgi alınamadığından, İstanbul’a ne zaman dönüleceği haberinin beklenmekte olduğuna dair birkaç gün önce Zonguldak üzerinden çekilen telgraf cevabının bir an önce gönderilmesi rica olunur.

Dahiliye Nazırı Vekili

Mustafa Arif

Tevfik Paşa Kabinesi adına, Ziya Paşa’nın İnebolu’ya gönderdiği bir özel memur, 10/11 Ocak 1921’de uzun bir şifre ile birtakım bilgiler veriyordu.

İzzet Paşa heyetinin, Anadolu’ya katılma haberi İstanbul’ca doğrulanmış… Kabine İzzet Paşa’dan bilgi istiyormuş. Ziya Paşa, Safa, Mustafa Arif ve Raşit Bey’ler de demişler ki: Memleketin menfaati, heyetin Ankara’da kalmasını gerektiriyorsa buna bir şey denmez. Bu takdirde kabinenin düşeceği şüphesizdir. Ancak, biz de bu vatanın evlatlarıyız. Hiç olmazsa bizleri de durumdan haberdar etsinler… Bizi aydınlatsınlar, biz de ona göre hareket edelim…

Ziya Paşa, Paris’ten, Ahmet Rıza Bey’den aldığı bir mektupta yazılanlardan ve İstanbul’da güvenilir bir kaynaktan elde ettiği bilgilerden de söz ettiriyordu.

Ahmet Rıza Bey diyormuş ki: Eğer Kuva-yı Milliye’nin askeri gücü elverişli ise, İzmir meselesi, iyi hazırlanmış bir hücumla oldubitti şeklinde halledilmeliymiş… Aldığı bilgiler bunu doğruluyormuş. Kral Konstantin’i tutacaklarmış…

Ziya Paşa’nın özel olarak elde ettiği bilgiler de, son konferanstan önce Yunanlılar’ın kuvvetleri artırılarak, büyük bir taarruza geçirileceği yolundaydı.

Damat Ferit Paşa yoğun bir çalışmaya geçmiş. Baltalimanı’nda çeşitli kabine listeleri düzenlenmeye başlamış…

İnebolu’ya gelmiş olan özel memur vasıtasıyla Ziya Paşa’ya ve arkadaşlarına gönderdiğim cevapta: verdikleri bilgilere teşekkür ettikten sonra, İzzet ve Salih Paşa’lar, ortak gayemizin kesin bir gereği olarak Ankara’da kalmışlardır dedim.

Kendilerinin İstanbul’da iş başında kalmaları doğru ise de, kabine düşmeden önce, hepsinin, şimdiden hazır bulunduracakları güvenilir, sür’atli bir vasıtayla hemen Anadolu’ya gelmelerinin vatanın yüksek menfaatlerinin gereği olduğu ve bu şekilde yapacakları hizmet ve fedakarlığın milletçe büyük bir şükranla karşılanacağını yazdım.

Özel memurun, İstanbul’a döndükten sonra, İnebolu’ya gönderdiği ve oradan 19 Ocak 1921’de çekilen şifrede, Ziya Paşa ve arkadaşlarının görüşüme uygun olarak harekete karar verdikleri bildirilmişti.


 154) payitaht: Padişahın oturduğu şehir, başkent: İstanbul

Sadrazam Tevfik Paşa benimle temas kuruyor

Efendiler, bu tarihten bir hafta kadar sonra, Kocaeli Komutanlığından şöyle bir telgraf aldım:
Geyve istasyonu, 26.1.1921

Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na

Memleketin yüksek yararları ile ilgili önemli bir konu üzerinde, Sadrazam Paşa’nın zatıdevletleriyle makine başında görüşmek istedikleri İstanbul Telgraf Genel Müdürü’nün 26.1.1921 günü saat 16.30’da yazdırdığı telgrafla bildirilmektedir. Bu konudaki emirleri arz ve rica olunur.

Kocaeli Komutanlığı’na aynı gün makine başında verdiğim cevapta dedim ki:

İstanbul Geyve ile doğrudan doğruya nasıl haberleşebilir? İstanbul’da Tevfik Paşa ile veya herhangi biriyle haberleşip ilişki kurabilmekliğim Bakanlar Kurulu’nun ve belki de Meclis’in kararına bağlı olduğundan, bu konuda şimdiden bir şey diyemem.

Tevfik Paşa ile telgraf memurunun bile açıktan açığa haberleşmede bulunması, yabancıların gözünde İstanbul’a karşı olan durumumuzu sarsacağından, doğru olmaz. Ancak, Tevfik Paşa’nın benim şahsıma değil de, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ne bir müracaatı varsa, bu müracaatın kabulü tabiidir. Bu noktanın özel olarak ve aynı yolla kendisine duyurulmasında bir sakınca yoktur.

İstanbul’dan Adapazarı’na telgraf ve oradan da Geyve’ye askeri makamların kontrolü altında bulunan telefon hattı vardı. Tevfik Paşa’nın benimle kapalı olarak görüşmek istemesi üzerine, İstanbul teli Ankara’ya bağlandı.

Tevfik Paşa ‘dan açık olarak şu telgrafı aldım:

İstanbul, 27.1.1921

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı

Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne

25 Ocak tarihinde Paris’te toplanan konferans tarafından alınan kararlar gereğince, Doğu meselesinin çözümünü görüşmek üzere 21 Şubatta Londra’da İtilaf Devletleri delegeleriyle Osmanlı ve Yunan Hükümetleri delegelerinden oluşan bir konferans toplantıya çağırılacaktır. Yürürlükteki antlaşmada, daha sonraki olaylar dolayısıyla zaruri değişiklikler yapılacaktır.

Osmanlı Hükümeti’ne gönderilecek davet için, Mustafa Kemal Paşa’nın veya Ankara’ca kendilerine gerekli yetki verilmiş olan delegelerin, Osmanlı delegeler heye’ti arasında bulunması şart koşulmuştur. Bu kararlar İtilaf Devletleri’nin İstanbul temsilcileri tarafından bildirildi.

Görevlendireceğiniz delegelerin, buradan seçeceğimiz kimselerle birleşerek yola çıkmaları için karar ve cevabınızı bekliyorum. Nazik bir zamanda bulunmamız dolayısıyla, bu gibi önemli bazı durumların bildirilmesi için hattın açık bulundurulmasını rica ederim. Makine başında hemen cevap vermek mümkünse, telgraf başında beklemekteyim, bir de şifre var efendim.

Tevfik

Şifrenin çözülmüş şekli de şuydu:

İstanbul, 27.1.1921

Saat: 20.00

Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne

Londra Konferansı’nda güçlü konuşabilmek için Yunanlıların bir kolorduyu İzmir’e göndermekte, Trakya’daki kuvvetlerini de Anadolu’ya kaydırmakta olduğu ve on güne kadar bir taarruz hareketine başlayacakları, inanılır kaynaklardan haber alınmıştır.

Tevfik

Tevfik Paşa’ya verdiğim resmi ve özel cevaplar

Efendiler, Tevfik Paşa’ya cevap olarak çektiğim telgraf şuydu:

Tel Ankara 28.1.1921

İstanbul’da Tevfik Paşa Hazretleri’ne

İlgi: 27.1.1921.

Milli iradeye dayanarak Türkiye’nin mukadderatını elinde tutan meşru ve müstakil tek hakim kuvvet, Ankara’da sürekli olarak toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Türkiye ile ilgili bütün meselelerin çözümünde ve her türlü dış ilişkilerde başvurulacak tek yer, yalnız bu Meclis’in hükümetidir.

İstanbul’daki herhangi bir heyetin, hiçbir bakımdan meşru ve hukuki bir durumu yoktur. Bundan dolayı, böyle bir heyetin kendine hükümet adını vermiş olması, milletin hakimiyet haklarına açıkça aykırıdır ve bu ad altında memleket ve milletin hayatı ile ilgili konularda, dışarıya karşı kendini muhatap göstermesi uygun görülemez.

Heyetinize düşen vatan ve vicdan görevi, derhal gerçeğe ve duruma uyarak, millet ve memleket adına meşru ve muhatap hükümetin Ankara’da olduğunu kabul ve ilan etmektir.

Millet ve memleketimiz adına meşru yetkiye sahip hükümetin Ankara’da olduğunun İtilaf Devletleri’nce anlaşılmış olduğu şüphesiz bulunduğu halde, adı geçen devletlerin bu görüşlerini açıkça belirtmekte gecikmeleri, İstanbul’da aracı bir heyetin varlığının kendileri için yararlı olabileceğini sanmaktan ileri gelmektedir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, barış ve güvenliği büyük bir ciddiyet ve samimiyetle arzu ettiğini ve yalnız milli haklarının tanınmasını istemekten ibaret olunan şartlarını defalarca ilan etmiş; bu hakların onaylanması halinde, teklif edilecek görüşmeleri kabule hazır olduğunu bildirmiştir. İtilaf Devletleri, Londra’da toplayacakları konferansta, Doğu mes’elesini hak ve adalet ölçüleri çerçevesinde çözmeye karar vermişlerse, davetlerini Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ne doğrudan doğruya yapmalıdırlar. Yukardaki şartlara uygun olarak yapılacak davetin, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Hükümeti tarafından iyi karşılanacağını tekrar bildiririz. Saat 00.30.

Türkiye Büyük Millet Meclisi

Başkanı

Mustafa Kemal

Bunun arkasından da kendi adıma ve özel olarak şu telgrafı çektim:

Tel Ankara, 28.1.1921

İstanbul’da Tevfik Paşa Hazretleri’ne

Yüksek şahsiyetleri gibi, bütün bir ömrü bu millet ve memlekete aralıksız değerli hizmetlerde bulunmuş saygıdeğer bir devlet adamına, bütün geçmişteki hizmetlerinizi tamamlayıp taçlandıracak müstesna ve tarihi bir fırsatın çıktığına inanıyoruz.

Biz tam bir birlik içinde hareket etmek istiyoruz. Dolaylı olarak davet edildiğimiz konferansta memleketi ayrı ayrı temsil edecek iki heyetin ne büyük sakıncalara yol açtığını tamamiyle takdir buyurduğunuza eminiz.

Milletin, sırf hakimiyet haklarını korumak için harcadığı emekler, akıttığı hesapsız kanlar, içten ve dıştan birçok güçlüklere karşı gösterdiği dayanma ve direnme, bugün karşısında bulunduğumuz elverişli yeni durumu yarattı.

Bir yandan da dünya olayları, bu dayanma ve direnmenin asıl hedefi olan tam istiklalimizi haklı gösterecek yolda gelişmekte devam ediyor. Bizi esirliğe ve yıkılmaya mahkum etmek istemiş olan hükümetler karşısında, milli haklarımızı savunurken maddi ve manevi bütün memleket kuvvetlerinin birlikte hareket etmesi şarttır. Bunun için, Zatışahane’nin, memlekette milli iradenin kendini gösterdiği tek yer olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni tanıdığını artık resmen ilan etmesi gerekmiştir.

Böylece, İstanbul’un memlekete biribiri ardınca zararlar verdiği acı tecrübelerle sabit olan ve ancak yabancılar lehine devam ettirilen gayri tabii durumuna bir son vermek mümkün olur. İtilaf Devletleri temsilcileri tarafından yapılan tebligat gösteriyor ki, İstanbul’dan gidecek olan bir delegeler heyetinin Londra Konferansı’na katılabilmesi, ancak onun Ankara Hükümeti tarafından tam yetki ile görevlendirilmiş delegeleri de içinde bulundurması şartına bağlıdır.

Böylece, İtilaf Devletleri, Türkiye adına barış görüşmelerine katılacak delegelerin ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti tarafından gönderilebileceğini yeteri kadar açıklıkla itiraf etmiş oluyorlar.

Fiili ve hukuki olarak memlekette tek meşru hükümet olan Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin ortaya koyduğu ve ilan ettiği esasları kabul ve bu esasların düşmanlarımız tarafından da onaylanmasını kolaylaştırmak için, bize katılmak suretiyle durumunuzu düzeltmenizi ve tespit buyurmanızı, tarih ve millet karşısında yüklenmiş olduğumuz görev ve yetkiye dayanarak teklif ederiz.

Bu suretle mücadelemizi mutlu bir sonuca eriştirme hususu çabuklaştırılmış olur. Birlikte hareket ve milli gayeyi olanca gücümüzle savunmak düşüncesiyle yapılan bu samimi tekliflerimiz, kabul görmediği ve yerine getirilmediği takdirde, saltanat ve hilafet makamında oturan Zatışahanenin durumunun sarsılması tehlikesinden haklı olarak korkulur.

Biz, milli iradenin vermiş olduğu fiili ve hukuki bütün yetkilere sahip bir hükümet olarak, şimdiden belirtir ve bildiririz ki, bundan doğacak sorumluluk, tahmini önceden kestirilemeyecek olan bütün kötü sonuçlarıyla birlikte doğrudan doğruya Zatışahaneye aittir. Yüksek şahsiyetinizin bu durum karşısında vicdani ve tarihi görevinizi tamamiyle yerine getirmenizi ve sonuçlarını tarafımıza kesin ve açık olarak bildirmenizi bekliyoruz. Bu vesile ile samimi saygılarımızın kabulünü rica ederiz, efendim.

Türkiye Büyük Millet Meclisi

Başkanı Mustafa Kemal

Saygıdeğer Efendiler, aslında maddi ve manevi bakımdan hükmü kalmamış ve fakat varlığını devam ettirmesi de çok zararlı olan İstanbul Hükümeti’ni bertaraf etmek önemliydi. Buna engel olanların başında Padişah ve Halife bulunuyordu.

Bu bakımdan, durumun açıklık kazanması için yapılacak ilk iş, bu makama Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni ve Hükümeti’ni tanıtmak olmalıydı. Zaten elimizde olmayan ve temasımız bulunmayan bu makama, henüz başka bir işlem uygulayabilecek maddi bir gücümüz de yoktu. Bu yüzden Tevfik Paşa’ya aynı gün şu üçüncü telgrafı da yazdım:

Ankara, 28.1.1921

İstanbul’da Tevfik Paşa Hazretleri’ne

Resmi ve özel telgrafımızdaki görüş ve tekliflerimizi aşağıda özet olarak tekrarlar, gereğinin acele yerine getirilerek sonucunun bildirilmesini rica ederiz:

1 — Zatışahane, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni tanıdığını kısa bir Hattı Hümayun’la (155) ilan edeceklerdir. Bunda Hilafet ve Saltanat makamının dokunulmazlığını esas olarak kabul etmiş olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni bugünkü şekli, niteliği ve yetkisiyle kabul buyurduklarını belirteceklerdir. Diğer ayrıntı ve inceliklerin ilavesi, şimdilik karışıklığa yol açabilir.

2 — Birinci madde hükmü yerine getirildiği takdirde, bir aile meselesi olan iç durumumuzun düzenlenmesi aşağıdaki şekilde olabilir:

Zatışahane eskisi gibi İstanbul’da otururlar. Yetkili ve sorumlu olup her türlü saldırıdan uzak bulunan ve her türlü istiklal unsurunu kendisinde toplayan Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükümeti şimdilik Ankara’da bulunur. Elbette, İstanbul’da artık kabine adı altında bir heyet kalmaz. Ancak, İstanbul’un özel durumu dolayısıyla Zatışahane’nin yanında Büyük Millet Meclisi’nce görevlendirilecek ve yetki verilecek bir heyet bulundurulur.

3 — İstanbul şehri ile çevresine ait yönetimin nasıl düzenleneceği sonradan düşünülür ve uygulanır.

4 — Bu şartlar kabul edilip uygulandığı takdirde, Büyük Millet Meclisi’nce onaylanmış bütçemize, Padişah ve hanedandan olanlar için daha önce konmuş bulunan ödenek, görevlendirilecek olan bütün memurların ve diğer maaşlıların aylıklarını ödemek için gerekli olan para hükümetçe sağlanarak ödenecektir. Mali gücümüz bunu karşılayacak durumdadır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi

Başkanı

Mustafa Kemal

Tevfik Paşa’nın bu uzunca telgrafımıza gece verdiği cevap çok kısa oldu. Tevfik Paşa’nın cevabı şuydu:

Tel 28/29.1.1921

Telgrafları aldım. Yarın kabineyi toplayarak saat 18.00 de bilgi sunarım, efendim.


 155) Hattı hümayu’n: Padişahın herhangi bir iş için bizzat yazdırdığı yazı.

Tevfik Paşa ve arkadaşları Anadolu’yu İstanbul Hükümeti’ne bağlamaya çalışıyorlar

Tevfik Paşa, kabinesini toplamış, cevap verdi. Bunu da olduğu gibi bilginize sunacağım:

İstanbul, 29.1.1921

Ankara’da Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne

İlgi: 28 Ocak 1921 tarihli üç ayrı telgrafları.

Bugünkü Hükümet, İstanbul ile Anadolu’nun birleşmesindeki menfaatlere öteden beri değer verdiğinden bu maksatla iş başına gelmiş ve şimdiye kadar bu uğurda çalışmıştır.

Milletin hakimiyet haklarını korumak için sarfettiğiniz emeklerin ve verdiğiniz kurbanların, karşısında bulunduğumuz elverişli durumu yarattığına, onda büyük ölçüde etkisi olduğuna inanıyoruz. Bu sebeple millete bir yarar sağlayacak olan tekliflerinizi kabule hazırız. Bu bakımdan bildirdiğiniz hususlarla ilgili görüşlerimizi aşağıda açıklıyorum:

Konferansa dolaylı olarak çağrılmanız tabiidir. Çünkü İtilaf Devletleri’nin temsilcileri buradadır. Bu bakımdan durumun, İstanbul’da bulunan ve sizinle işbirliği yapmaya çalışan bir hükümet vasıtasıyla bildirilmesi pek tabii görülmelidir.

Şimdiye kadar Anadolu’yu tanımaya bile lüzum görmeyen Avrupa hükümetlerinin, özellikle Anadolu delegelerinin konferansta bulunmasını şart koşmaları, sevindiricidir. Bu bakımdan, bir şekil meselesine takılarak bu mutlu değişiklikten yararlanmamak, millete karşı üzerinize aldığınız görev ile asla bağdaşmaz.

Zaten aramızda birleştiğimiz ilan edildikten sonra, delegelerimiz ayrı gayrı değil, tekvücut demek olur. Delegeler kararlaştırılan esaslar çerçevesinde konuşacaklarına göre, bu konuda bir sakınca düşünülemez. Bundan dolayı devlet ve millete karşı yüklendiğimiz görev, bu tarihi anda, bize uzatılan elden yararlanmamızı kesinlikle emretmektedir.

Bundan kaçınmanın, Yunan iddiaları karşısında savunmasız kalınmasına ve memleketimizin daha uzun zaman harp felaketlerine sahne olmasına yol açacağı düşünülmelidir. Aslında, isteklerimizi konferans huzurunda öne sürmek ve hakkımızı Avrupa’da duyurmak, konferansın sonuçsuz kaldığı farzedilmiş olsa bile, yine zarar getirmez.

Zatıalilerinin ve arkadaşlarınızın vatanseverlikleri, bu fırsatın kaçırılmayacağının güvencesidir. Şimdiye kadar eski hükümetlerce alınmış ve her iki taraf için kötü sonuç vermiş olan kararların kaldırılması tabii olduğundan, aramızda artık ayrılık ve gayrılık kalmamıştır.

Ancak, İstanbul işgal altında bulunduğundan, burada hükümet işlerinin büsbütün ve tamamen İtilaf Devletleri’nin eline geçmesine ve böylece antlaşmadaki İstanbul’la ilgili maddelerin yürürlüğe konmasına yol açacaktır.

Ayrıca, harp halinde bulunduğumuz Yunan askerlerinin su sırada İstanbul ve dolaylarında bulunuşu da, bu teklifleri uygulanamaz bir duruma getirmiştir. Kabinemizin iş başında kalma düşüncesiyle bu görüşlerin bir ilgisi bulunmadığı konusunda teminat vermeyi bile gereksiz bulurum.

Esasen bugün bir an önce çözülmesi gereken asıl sorun, vakti yaklaşmakta bulunan konferansa delegelerimizi yetiştirmekten ibarettir. Biz konferansta bulunmadığımız takdirde, Yunanlılar katılacaklarından, yokluğumuzda hüküm giymek ve dolayısıyla davamızı kaybetmek tehlikesi ile karşılaşacağımız için, bu konuda tarafımızdan sorumluluk kabul edilemeyeceğini bildirir; toplantı gününden önce konferansta bulunmak menfaatimiz gereği olacağından, delegelerinizin acele buraya gönderilmesini rica ederim.

Sadrazam

Tevfik

Saygıdeğer Efendiler, Tevfik Paşa ve hükümeti, İstanbul ve Anadolu’nun birleşmesi için çalışmış olduğunu söylüyor. Doğrudur. Biz de aynı şey için çalışmakta idik. Şu farkla ki, Tevfik Paşa ve arkadaşları, Anadolu’yu, eskiden olduğu gibi İstanbul’a bağlamak ve tutsak etmek istiyordu.

Hem de düşman kuvvetlerinin işgali altında bulunan İstanbul’a… Tevfik Paşa ve arkadaşları Anadolu’yu İstanbul Hükümeti’ne bağlamaya çalışıyor. Öyle bir hükümete ki, dünyada varlığına göz yumuyorsa düşman emellerinin gerçekleşmesini kolaylaştırmaya yardımcı olacak nitelikte kabul edildiği içindi.

Tevfik Paşa ve arkadaşlarına göre, elverişli bir durumun doğmuş olmasında Anadolu mücadelesinin çok büyük etkisi vardı. Ama bu durumu yaratan yalnız Anadolu’nun mücadelesi değildir. İhtimal ki, bu ihtiyar diplomat, bu kerameti, kendisinin iktidar mevkiine gelmesinde hayal ediyordu.

Tevfik Paşa’ya şu şekilde cevap verdim.

Ankara, 30.1.1921 İstanbul’da Tevfik Paşa Hazretleri’ne

Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun temel maddelerini Tevfik Paşa’ya bildirdim

27.1.1921 ve 28.1.1921 tarihlerinde yazdığım üç telgrafla yüksek şahsiyetlerine, gereken ve benimsenip uygulanması zaruri olan bütün hususları açıklık ve kesinlikle bildirmiş olduğuma inanıyorum.

Buna rağmen, 29 Ocak 1921 tarihli telgrafınızda durumun daha gereken anlayış ve isabetle değerlendirilmemekte olduğunu gördüm. Durumun önemi ve zamanın nezaketi dolayısıyla, yüksek şahsiyetleri ile birlikte sayın arkadaşlarınızın ve özellikle Zatışahane’nin her bakımdan bir kez daha aydınlatılmalarına yardımcı olmanız bir görev hükmüne giriyor.

Düşünce ve değerlendirmelerinizden doğru sonuçlar alınmasını kolaylaştırmak maksadıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce kabul ve uygulanmakta olan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun temel maddelerini aşağıda olduğu gibi bildiriyorum:

Teşkilat-ı Esasiye Kanunu

Temel Maddeler

1 — Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir. Yönetim şekli, halkın mukadderatını bizzat ve fiili olarak yönetmesi ilkesine dayanır.

2 — Yürütme kuvveti ve yasama yetkisi, milletin tek ve gerçek temsilcisi olan Büyük Millet Meclisi’nde belirir ve toplanır.

3 — Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından idare edilir ve hükümeti Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti adını taşır.

4 — Büyük Millet Meclisi, iller halkınca seçilmiş üyelerden oluşur.

5 — Büyük Millet Meclisi’nin seçimi iki yılda bir yapılır. Seçilen üyelerin üyelik süresi iki yıldır ve yeniden seçilmek mümkündür. Eski Meclis, yeni Meclis toplanıncaya kadar göreve devam eder. Yeni seçimlerin yapılmasına imkan görülmediği takdirde, görev süresi yalnız bir yıl uzatılabilir. Büyük Millet Meclisi üyelerinden herbiri, yalnız kendini seçen ilin ayrıca vekili olmayıp aynı zamanda bütün milletin vekilidir.

6 — Büyük Millet Meclisi’nin Genel Kurulu, Kasım başında, davetsiz toplanır.

7 — Şeriat hükümlerinin uygulanması, bütün kanunların yürürlüğe konması, değiştirilmesi, yürürlükten kaldırılması, antlaşma ve barış imzalanması ve vatan savunmasıyla ilgili savaş ilam gibi temel haklar Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Kanun ve tüzüklerin düzenlenmesinde, halk için en yararlı ve zamanın ihtiyacına en elverişli fıkıh ve hukuk hükümleriyle, örf ve adetler ve teamüller esas olarak alınır. Bakanlar Kurulu’nun görev ve sorumluluğu özel kanunla belirtilir.

8 — Büyük Millet Meclisi, hükümeti oluşturan bakanlıkları, “özel kanun gereğince seçtiği bakanlar vasıtasıyla yönetir. Meclis, yürütme ile ilgili işlerde bakanlara görev tayin eder; gerekirse bunları değiştirir.

9 — Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu tarafından seçilen başkan, bir seçim dönemi süresince Büyük Millet Meclisi Başkanıdır. Bu sıfatla Meclis adına imza atmaya ve Bakanlar Kurulu kararlarını onaylamaya yetkilidir. Bakanlar Kurulu üyeleri içlerinden birini kendilerine başkan seçer. Ancak Büyük Millet Meclisi Başkanı, Bakanlar Kurulu’nun da tabii başkanıdır.

10 — Teşkilat-ı Esasiye’nin bu maddelere aykırı düşmeyen hükümleri eskisi gibi yürürlüktedir.

Bizce, yukarıda saydığım temel maddelere aykırı hareket etme imkan ve yetkisinin bulunmadığını yüksek şahsiyetlerinin dikkatlerine önemle arz ederim. Meclis Başkanlığı ile başlayan haberleşmenizin, gerektirdiği işlemlerin yürütülmesi Bakanlar Kurulu’na bırakılmıştır, efendim.

Türkiye Büyük Millet Meclisi

Başkanı

Mustafa Kemal

İlk Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’muzun tarihçesi

Saygıdeğer Efendiler, bu telgrafımda temel maddeleri bildirilmiş olan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, bu tarihten henüz on gün önce, yani 20 Ocak 1921’de Meclis’ten çıkmıştı. Bu kanun, Meclis’in ve milli hükümetin durum ve yetkisini, şekil ve niteliğini tespit ve ifade eden ilk kanundur. Meclis, 23 Nisan 1920’de açıldığına göre, bu ana kanunun Meclis’ten çıkarılabilmesi için dokuz ay kadar bir zamanın geçmesi zaruri olmuştu. Bu zaruretin nereden doğduğu hakkında bir fikir verebilmek için, müsaade buyurursanız kısa bir açıklamada bulunayım:

Bilindiği üzere, Meclis’in açılmasından hemen sonra, pek gerekli esasları içine alan bir önerge vermiştim. Meclis ve onun Bakanlar Kurulu, bu esasları ilk günden yürürlüğe koymuş ve uygulamaya başlamıştı. Bir yandan da, kurulmuş olan Temel Haklar Komisyonu (156), bu önerge metni esas almak üzere, bir kanun tasarısı hazırlamaya başladı. Nihayet dört aylık bir süre sonunda, bu Komisyon, Büyük Millet Meclisi nin Kuruluş ve İşleyişi ile İlgili Kanun Maddeleri (157) başlıklı sekiz maddelik bir tasarıyı Meclis’e getirdi. 18 Ağustos 1920 tarihinde çok acele görüşülmesi kararıyla gündeme alınan bu kanun maddelerinin uzunca bir gerekçesi vardır.

Komisyon tutanağının, Büyük Millet Meclisi’nin tarifini yapan satırları arasında şu cümleler yazılıydı: Halife ve Padişah’ın esareti ve diğer olayların da buna eklenmesi ile ortaya çıkan güçlük karşısında, kurulan Meclis’imizin sonsuz olarak bugünkü şekli ile devam etmesini kabul etmek, aşırı ve özel durumlara tabii bir şekil vermek olur.

Halbuki, olağandışı durumların süreklilik kazanamayacağı bir kuraldır. Buna göre, çiğnenen hilafet ve saltanat hakkı ile, millet ve vatanın istiklali yeniden kazanılıncaya ve kabul ettirilinceye kadar bu durumun devamı, ancak, ana hedef olan bu kutsal gayelerin gerçekleşmesiyle Meclis’in tabii bir duruma girmesi uygun görülmüştür. Onun için ikinci maddenin birinci fıkrası amacın gerçekleşmesine kadar şartına bağlanmıştır.

Gerçekten de, Meclis’in ne zamana kadar toplanmakta devam edeceği konusunda belirli bir süre ve sınır konmamıştı.

Bu sebepler ve bu görüş dolayısıyla, daha 1920 Ağustosunda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin durum ve niteliği bakımından devamlı olmadığı inancının hakim olduğu anlaşılıyor.

Kanun maddelerinin birincisi de, Büyük Millet Meclisi, yasama ve yürütme güçlerini kendinde toplar, devlet idaresini doğrudan doğruya ve tek başına ele almıştır şeklindeydi. Bu madde ile Meclis’e verilen yetkinin bile, gerekçeye göre geçici olması lazım geleceği tabiiydi. Niteliği bakımından geçici olan bir kuruluşun yetkisi de, var olduğu sürece mevcuttur.

Temel Haklar Komisyonu’nun görüş ve kararı Meclis’te olduğu gibi benimsendi. Hatta Meclis üyelerinden birçoğu, maksadın açıklanmasında, Komisyon’un ifadelerini eksik bularak, bu ifadelere açıklık getirilmesi teklifinde bulundular. Dediler ki, birinci maddenin başına Hilafet ve Saltanat ile vatan ve milletin istiklali kurtarılıncaya kadar… şeklinde açıklık verecek ibareyi eklemek gerekir.

İkinci maddedeki amacın gerçekleşmesine kadar ifadesi yerine de, aynı açıklığın verilmesi gerektiği ileri sürüldü. Bu konu hayli tartışmalara yol açtı. Bazı milletvekilleri, yalnız, hilafet kelimesini koyalım, saltanat ı da içine alır, dediler.

Bazı hoca efendiler, buna razı olmadılar. Hilafet manevi bir görevdir görüşünü ileri sürdüler. Hilafet’te ruhbanlık yoktur itirazına, hoca efendiler: Saltanat, yalnız hükmettiği memleketleri içine alır. Hilafet ise, bütün dünyadaki Müslümanları kapsar diye cevap verdiler.

Bu tartışmalar günler ve günlerce devam etti. Çatışan görüşlerden biri açıktı: Halife ve Padişah vardır ve var olacaktır. O var olunca, bugünkü durum, şekil ve yetki geçicidir. Hilafet ve Saltanat makamı otoriteyi ele alıp faaliyete geçme fırsatını bulunca, siyasi teşkilatla ilgili esasların ne olduğu bellidir, bilinmektedir.

O bakımdan yeni bir şey düşünmek söz konusu değildir. Hilafet ve Saltanat makamı yeniden işler duruma gelinceye kadar, Ankara’ya toplanmış olan birtakım insanlar, geçici tedbirlerle çalışacaklardır.


 156) Hukuk-ı Esasiye Encümeni Anayasa Komisyonu.

157) Büyük Millet Meclisi’nin Şekil ve Mahiyetine Dair Mevadd-ı Kanuniye.

Hilafet ve saltanat konuları üzerinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığım açıklamalar

Buna karşı olan görüşte açıklık yoktu. Saltanat millete geçmiştir, saltanat kalmamıştır; Hilafet de saltanat demektir, o halde onun da varlığının bir anlamı yoktur şeklinde açık ve kesin konuşulamıyordu. Otuz yedi gün sonra, 25 Eylülde, bir gizli oturumda, Meclis’e bazı açıklamalar yapmayı yararlı saydım. Ortaya atılan duygu ve düşüncelere gerekli cevapları verdikten sonra, başlıca şu görüşleri ileri sürmüştüm:

Türk milletinin ve onun tek temsilcisi bulunan yüce Meclis’in, vatanın ve milletin istiklalini, hayatını kurtarmaya çalışırken, hilafet ve saltanatla, halife ve sultanla bu kadar çok meşgul olması sakıncalıdır. Şimdilik bunlardan hiç söz etmemek yüksek menfaatlerimiz gereğidir.

Eğer maksat, bugünkü Halife ve Padişah’a bağlılık ve sadakattan ayrılmadığını söylemek ve belirtmekse, bu zat haindir.

Düşmanların vatan ve millet aleyhinde kullandıkları bir maşadır. Buna halife ve padişah deyince, millet onun emirlerine uyarak düşmanın emellerini yerine getirmek mecburiyetinde kalır.

Hain veyahut makamının kudret ve yetkilerini kullanması yasaklanmış olan zat, zaten padişah ve halife olamaz. O halde onu tahttan indirip yerine derhal diğerini seçeriz demek istiyorsanız, buna da bugünün durum ve şartları elverişli değildir. Çünkü tahttan indirilmesi gereken zat, milletin yanında değil, düşmanların elindedir.

Onun varlığını yok sayarak bir diğerine itaat etmek tasavvur ediliyorsa, bugünkü halife ve sultan haklarından vazgeçmeyerek İstanbul’daki kabinesiyle, bugün olduğu gibi makamında oturup faaliyetini devam ettireceğine göre, millet ve yüce Meclis, asıl gayesini unutup da halifeler davasıyla mı uğraşacaktır? Ali ile Muaviye devrini mi yaşayacağız? Özet olarak, bu konu geniş, nazik ve önemlidir. Çözümü, bugünün işlerinden değildir.

Meseleyi kökünden çözmeye girişecek olursak, bugün içinden çıkamayız. Bunun da zamanı gelecektir.

Bugün koyacağımız kanuni esaslar, varlığımızı ve istiklalimizi kurtaracak olan Millet Meclisi’ni ve milli hükümeti güçlendirmeyi hedef almış bir anlam ve yetkiyi içine almalı ve ifade etmelidir.

Efendiler, bu açıklamalarımdan bir hafta önce, ben de Meclis’e bir tasarı vermiştim. 13 Eylül 1921 tarihli olup siyasi, sosyal, idari, askeri görüşleri özetleyen ve idari teşkilat ile ilgili kararları içine alan bu tasarı, Meclis’in 18 Eylül 1921 tarihli toplantısında okundu. İşte, bu tarihten daha dört ay geçtikten sonra yürürlüğe giren ilk Teşkilat-ı Esasiye Kanunu bu tasarıdan çıkmıştır.

Londra Konferansı’na katılacak olan delegeler, doğrudan doğruya milli iradeyi temsil eden Büyük Millet Meclisi’nce seçilmelidir

Şimdi, arzu buyurursanız İstanbul ile haberleşmeye devam edelim:

Tevfik Paşa, 27 Ocak tarihli bir telgrafı ile tekrar etti. Bakanlar Kurulu Başkanlığı’ndan şu cevap verildi:

Ankara, 30.1.1921

İstanbul’da Tevfik Paşa Hazretleri’ne

İtilaf Devletleri politikasında Türkiye lehine görülen son gelişmeler, milletin fedakarca azminin eseridir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Sévres Antlaşması’nı tümüyle reddetmesi üzerine ortaya çıkan şu durumdan, milli çıkarlarımıza en elverişli sonuçların elde edilmesi, Londra Konferansı’na katılacak delegelerin doğrudan doğruya milli iradeyi temsil eden Büyük Millet Meclisi’nce seçilmiş ve gönderilmiş olmasıyla mümkündür. Uğursuz Sévres Antlaşması’nı imzalamış bir heyetin varisleri durumunda olan heyetiniz delegelerinin, vatan ve millet için yararlı olan sonuçları elde edebilmeleri mümkün değildir.

Bu bakımdan, vatanın yüksek çıkarlarını düşünerek bu barış görüşmelerinde Büyük Millet Meclisi delegelerini milli birliği tam olarak gösterecek bir şekilde serbest bırakmaklığınız gerekir. Bundan dolayı, bir taraftan önceki tebligatımızla ilgili görüşmeleri takip ve yürütmekle birlikte, bir yandan da aşağıdaki kararları derhal kabul ederek yerine getirmeniz rica olunur:

1 — Londra Konferansı’na katılacak Türkiye heyeti yalnız Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilecek ve gönderilecektir.

2 — Bu delegeler heyeti ile birlikte gitmesini gerekli gördüğünüz bazı uzman müşavirlerle gerekli evrak ve belgeler, tarafınızdan hazırlanacak ve heyete katılmak üzere yola çıkarılacaktır.

3 — Bizim tarafımızdan gönderilecek delegeler heyetinin, bütün Türkiye’yi temsil edecek tek heyet olduğunu da İtilaf devletlerine bildireceksiniz.

4 — Vaktin darlığı dolayısıyla kesin ve son olarak alınan bu kararların kabul edilmemesi halinde, vatan ve milletin selameti adına doğacak tarihi sorumluluk tamamen heyetinize ait olacaktır.

Bakanlar Kurulu Başkanı

Fevzi

Efendiler, Tevfik Paşa’nın çalışma arkadaşı olup Ankara’da bulunan İzzet Paşa tarafından da bir telgraf çekilmesinin yararlı olacağını düşündük. İzzet Paşa’nın telgrafı şuydu:

Şifre Ankara, 30.1.1921

İstanbul’da Tevfik Paşa Hazretleri’ne

Şubat sonlarında Londra’da toplanacak konferansla ilgili olarak Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa Hazretleri ile Zatıdevletleri arasında yapılan açık telgraf yazışmalarındaki bilgileri öğrenmiş bulunuyoruz.

Heyetimizin uğradığı başarısızlıktan sonra yine düşünce bildirmeye cesaret etmek utanç verici olmakla birlikte, gerçek durum ve burada hakim olan görüşler üzerinde derin kavrayışlı yüksek şahsiyetlerini aydınlatmayı vatanseverlik duygusunun bir gereği sayıyoruz.

İstanbul’un işgal altında bulunması dolayısıyla, oradaki bir hükümetin milletin temel çıkarlarını savunma gücünü gösteremeyeceği burada tabii görülmektedir. Sonradan Anadolu ile İstanbul’un biribirinden ayrılmasına yol açacağı endişesiyle, iki ayrı heyet halinde konferansta bulunmaktan da kaçınılmaktadır.

Mustafa Kemal Paşa Hazretleri de, telgraflarındaki görüşlerden, esas itibariyle fedakarlık etmeye yetkili değildir. Anadolu’da, Tanrı’nın yardımıyla, muhalefet ve isyanlar bastırılıp etkisiz duruma getirilerek ve çeteler ortadan kaldırılarak kuvvetli bir ordu ve hükümet kurulmuştur.

Avrupa’yı, Sévres Antlaşması’nın lehimize değiştirilmesine yöneltebilecek görüşmelerin kesilmesine meydan verilmeyecek şekilde, himmetlerinizin esirgenmemesini sadakatımıza dayanarak istirham ederiz.

 Buradaki Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Padişah tarafından tanınması temel şartı değişmemek üzere, ayrıntılar ve görünüşe ait bazı noktalar üzerinde görüşme imkanı açıktır. Bu imkanın kaybedilmesine meydan verilmemek üzere durumun lutfen bildirilmesi arz olunur.
Ahmet İzzet

Tevfik Paşa yeminle bağlı olduğu Kanun-i Esasi’ye sadakatten ayrılmıyor

Efendiler, sizi yormazsam Tevfik Paşa’nın bu telgrafa verdiği cevabı da bilginize sunayım:

İstanbul, 31.1.1921

Ankara’da İzzet Paşa Hazretleri’ne

İlgi : 30 Ocak 1921.

Hepimizin hükümlerini korumaya yemin ettiğimiz Kanun-i Esasi’ye aykırı esaslı değişiklikler yapmanın ve bunu kabul etmenin, kanunun açık hükümleri ile ne derece bağdaşacağı düşünülmeye değer. Bu konu, ancak Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin…

vasıtasıyla gönderdiği telgrafta bildirilen ve bizce de gerekli bulunan değişikliklerin İtilaf Devletleri’ne kabul ettirilmesine çalışılıp, inşallah bu sonuç elde edildikten sonra usulüne göre çözülecek iç meselelerdendir.

Aksine bu tutum, dünkü telgrafımızda da açıklandığı üzere, konferansa kabul edilmememize ve İstanbul’un derhal Osmanlı hakimiyetinden çıkarılmasına ve Yunanlıların davasına karşı savunmasız kalmamıza, belki de onların haklı görülmesine yol açacaktır.

Telgraflardan, bir noktanın iyi anlaşılmadığı sonucuna varıyoruz. Konferansa, sizin ve bizim diyerek iki heyet gönderileceğinin nereden çıkarıldığı anlaşılamıyor.

Dava aynı, savunma yolları da aynı olduğuna göre, Konferans’a gönderilecek heyet üzerinde de bir görüş birliğine varılırsa, oraca tayin edilecek delegeler, İtilaf Devletleri’nin tanımakta olduğu hükümetin ilave edeceği delegelerle birlikte gidince, heyet birlik ve beraberlik içinde, gerekli yetkiye de sahip olur ve çekinmeden birlik halinde milli davayı savunur.

Bu gereğin oraca da takdir buyurulduğu, delegelerin İtilaf Devletleri’ne tanıttırılmalarını bizden istemeleriyle anlaşılmıştır.

Tebliğ olunan nota ve beyanlarımız açıkça göstermektedir ki, İtilaf Devletleri, Anadolu delegelerini Londra Konferansı’na yalnız olarak kabul etmemektedir. Bunlar, Hükümet delegeleriyle birlikte bulunmak suretiyle kabul edilecektir. Böyle ayrılık sürdürülecek olursa, büyük bir ihtimalle hiçbir tarafın delegeleri kabul edilmeyecektir.

Konferansa, yalnız buradan delege kabul edilmesi ihtimali var ise de, Anadolu için bu ihtimal de yoktur. Bundan dolayı, pek büyük fedakarlıkların eseri olan bu değişiklikten zararımıza sonuçlar doğabilir.

Çünkü, İtilaf çevrelerinde sayıları pek çok olan Yunan dostlarına: Türkler, doğuda savaşın sürüp gitmesine taraftardır, barış ve uzlaşmaya istekli değildir diye propaganda yaparak, lehte olanları kendilerine çekmeye, bizi haksız ve düşmanımızı haklı göstermeye fırsat verilmiş olur.

Ortak delegelerden kurulu bir heyet gönderilirse, isteklerimiz kabul edilmese bile, lehimize olan görüşleri, aleyhe çevirmemiş ve belki aleyhimizde olanların önemli bir kısmını kazanmış oluruz.

Vakit pek dardır. Yazışmalarla kaybedilecek zaman kalmamıştır. Delegelerin hemen gönderilmesi vatan ve milletin menfaatlerinin gereğidir. Zatıdevletleriyle sayın arkadaşlarınızın da geri dönmeleri lazımdır.

Çünkü orada neler düşünüldüğü konusunda, yerinde yapılmış gözlemlerle edindiğimiz bilgilerden hakkıyla yararlanacak zamanın geldiğine ve oradaki görüşlerin buradaki görüşlere yaklaştırılması gerektiğine sizin de inandığınız kanısındayız.

Sadrazam

Tevfik

Efendiler, Tevfik Paşa’nın Fevzi Paşa Hazretleri’ne cevap olarak gönderdiği telgrafı da okuyalım:

Şifre İstanbul, 1.2.1921

Ankara’da Mustafa Fevzi Paşa Hazretleri’ne

İlgi: 30 Ocak 1921.

Kral Konstantin’in Atina’ya dönmesi üzerine, İtilaf Devletleri çevrelerinde ve kamuoyunda, Yunanistan aleyhine meydana gelen değişme dolayısıyla, Avrupa’da lehimize bir akım doğmuştur.

Ancak, bu akıma karşılık, Rumların tarafım tutan ve Sévres Antlaşması’nı tamamıyla veya ufak tefek değişikliklerle uygulayarak Türkiye’yi ortadan kaldırma düşüncesinde bazı siyaset adamları da vardır. Özellikle aldığımız güvenilir bilgilere göre, bu siyaset adamlarının, Anadolu temsilcilerinin de konferansa davet edilmesini kabul etmeleri ve buna istekli görünmeleri, Anadolu’nun böyle bir davet kabul etmeyeceğine inanmış olmalarından ileri gelmektedir.

Bununla güdülen maksat da, bu davete uymama durumunu öne sürerek ve bize karşı sert tedbirler alınmasını haklı göstererek, kamuoyunu siyasetlerine uymaya mecbur etmektir. Bu bakımdan, konferansa bir an önce ve birlikte gidilerek hakkımızın alınmasına çalışmak şarttır.

Eğer orada meşru ve haklı isteklerimizin reddedildiğini görür ve konferanstan çekilmek zorunda kalırsak, bu durum, karşımızdakilerin elinde aleyhimize kullanılacak tesirli bir silah olamaz. Telgraflarında öne sürülen isteklerin, daha önce de bildirilen sebepler ve İstanbul’un özel durumu dolayısıyla, kabulü mümkün değildir.

Bunlarda ısrar ederek, konferansa tam zamanında katılma fırsatı kaçırılırsa, önce birlik sağlanamadığı için İstanbul ve Boğazlar büsbütün Osmanlı hakimiyetinden çıkar.

İkinci olarak, İtilaf Devletleri’nin Yunanistan’a para ve asker yardımı yapmaları ve Anadolu’da ortak bir taarruz hareketi yürütmeye kalkışarak zaten savaşın günden güne artan güçlüklerinden sayıları pek çok azalmış olan Türk unsurunun, bir kat daha ezilip yok obuası ile karşı karşıya kalınır.

Üçüncü olarak büyük ölçüde fedakarlıklara katlanmak karşılığında dış yardıma ihtiyaç mecburiyeti ortaya çıkar ve nihayet hedefimiz olan istiklalin heder edilmesi gibi acı sonuçlar doğar. Delegelerimizin hemen İstanbul’a gönderilmesi kaçınılmaz bir zarurettir, efendim.

Sadrazam Tevfik

Saygıdeğer Efendiler, Osmanlı Sadrazamının daha başka bazı öğütleri ve bildirdikleri vardır. Müsaade buyurursanız onları da okuyalım:

Şifre İstanbul, 5.2.1921

Ankara’da Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne

Londra’da toplanacak olan konferansa Osmanlı Devleti’nin de davet edilmesinden dolayı telaşa düşen Yunanlılar, aleyhimizdeki propagandalarını bir kat daha artırmışlardır.

Paris’teki delegemizden aldığımız bilgilere göre, Yunanlılar, Fransız kamuoyunu aleyhimize çevirmek için, Anadolu’da bir Alman kurmay askeri heyeti bulunduğu, sizin harekat ve siyasetinizin de bu heyetin telkinleri ile yürütüldüğü yolunda Fransız çevrelerinde söylentiler yaymaktadırlar.

Ayrıca, Türkiye’deki Hristiyanların toplu olarak öldürülmekte olduğu ileri sürülerek, bunların kurtarılması için Papa tarafından bütün parlamentolara başvurulduğunun duyulduğu da sözü geçen delege tarafından bu bilgilere eklendiğinden, pek kötü etkiler yaratacak olan bu söylentilerin sür’atle yalanlanması rica ve tavsiye olunur.

Sadrazam Tevfik

Şifre İstanbul, 8.2.1921

Ankara’da Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne

Konferansı etkilemek maksadıyla, Şubatın yirmi birinde, Yunanlıların 70-80 bin kişiyle taarruza geçecekleri Hariciye Nezareti’nce güvenilir kaynaklardan haber alınmıştır. Taarruzun Karahisar – Eskişehir doğrultusunda olacağı sanılmaktadır. İtilaf Devletleri temsilcileri, Ankara delegelerinin yalnız olarak konferansa kabul edilemeyeceğini de söylemişlerdir.

Sadrazam Tevfik

Bu telgrafın yazılmasından maksat, Yunanlıların taarruz edeceğini bildirmek miydi? Yoksa, 70-80 bin kişilik düşman kuvvetinin taarruza geçeceği tehdidi ile, konferansa Ankara delegelerinin yalnız olarak kabul edilemeyeceğini söylemek mi idi? Bunu kestirmek güçtür.

Delege gönderilmesi konusunda, bizim ileri sürdüğümüz görüşleri, yazılarımızda belirttiğimiz şekilde Tevfik Paşa, İtilaf Devletleri temsilcilerine tebliğ etmiş de, telgrafın son fıkrasıyla, aldığı cevabı mı bildiriyordu? Bu da açık değildir.

İstanbul, 8.2.1921

Ankara’da Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne

Fransız kamuoyunu incitmemek için Kilikya’da (158) taarruzdan kaçınılması, hayırseverliğinden şüphe edilmeyen bazı Fransız devlet adamlarının tavsiyesi üzerine, Paris delegemiz tarafından büyük bir önemle bildirilmiştir.

Sadrazam Tevfik


 158) Şimdiki Çukurova bölgesi.

Osmanlı Devlet adamlarının belirgin özellikleri

Efendiler, bu gibi tavsiyeleri, İstanbul hükümetlerinden çok dinlemiştik. Bizim taarruzdan kaçınmamızı tavsiye eden hayırseverin karşısındaki kimse, işittiğini bir gramofon gibi bize ulaştırırken, bu hayırsevere, bize taarruzdan kaçınılmasını, gerekenlere tavsiye edip etmediğini sormuş mudur acaba? Aldığı cevap, olumsuz idiyse, onun hayırseverliğine nereden hükmetmişti?

Vatanımızı işgal edenlerin kamuoyunu gücendirmemeyi tavsiye edenlere, vatanı işgal edilen milleti niçin incittiklerini ve incitmekte devam ettiklerini sormamak, neden bu Osmanlı devlet adamlarının belirgin özellikleri olmuştu?

Kısacası, saygıdeğer Efendiler, görülüyor ki, Tevfik Paşa ve arkadaşlarıyla, temelde, düşünce ve görüşlerde anlaşmak mümkün olamıyordu. Nihayet, konu Meclis’e getirildi.

Meclis’e iki teklifte bulundum. Birisi memleketin durumunu ve milletin gayesini İstanbul’a açıkça bildirmek; ikincisi, ayrıca davet yapıldığında Londra’ya müstakil bir heyet göndermekti. Her iki teklifim de kabul edildi.

Efendiler, Meclis’in görüş ve kararını Tevfik Paşa’ya bildiren telgraf aynen şöyleydi:

Tevfik Paşa’nın teklifleri karşısında Büyült Millet Meclisi’nin kararı

Paylaş; başkaları da faydalansın!

3 thoughts on “Nutuk 18. Bölüm ( Birinci İnönü Zaferi … Tevfik Paşa’nın teklifleri karşısında Büyült Millet Meclisi’nin kararı )

  1. I just want to tell you that I am very new to weblog and really savored this page. Very likely I’m going to bookmark your blog post . You certainly have incredible articles. Regards for revealing your webpage.

  2. I really appreciate this post. I’ve been looking everywhere for this! Thank goodness I found it on Bing. You’ve made my day! Thanks again!

News için bir cevap yazınCevabı iptal et

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.