Nutuk, Vatan için

Nutuk 28. Bölüm ( Hilafeti kaldırmanın zamanı da gelmişti … Meclis’te yapılan görüşmelerin muhalif basındaki yankıları )

Paylaş; başkaları da faydalansın!

 

Hilafeti kaldırmanın zamanı da gelmişti

Saygıdeğer Efendiler, her meselede ve her uygulama safhasında kendisini söz konusu ettirmiş olan Halife’ye ve hilafet’e bir defa daha dokunacağım.

1924 yılı başında, büyük çapta bir ordu harp oyunu yapılması kararlaştırılmıştı. Bu harp oyununu İzmir’de yapacaktık. Bu münasebetle 1924 yılının Ocak ayı başında, İzmir’e gittim. Orada iki ay kadar kaldım.

Hilafet’in kaldırılması zamanının geldiğine orada iken karar vermiştim. Bu işin nasıl yapıldığını kısaca özetlemeye çalışacağım:

Başbakan İsmet Paşa’dan 22 Ocak 1924 tarihli bir şifre aldım. Onu olduğu gibi bilginize sunayım:

Şifre

Türkiye Cumhurbaşkanlığı Yüksek Katına

Bir süreden beri gazetelerde, hilafet makamının durumu ve Halife’nin şahısları ile ilgili olarak yanlış anlamalara yol açabilecek yayınlara rastlanması ve özellikle arasıra İstanbul’a giden hükümet üyelerinin ve resmi heyetlerin kendisiyle görüşmekten kaçınmaları ve çekinmeleri dolayısıyla Halife’nin büyük bir üzüntü duyduğu; bu yüzden Başmabeyinci’lerinin

Ankara’ya veya güvenilir bir zatın İstanbul’a kendi yanına gönderilmesini rica ederek duygu ve düşüncelerini ulaştırmayı düşünmüş ise de, yanlış yorumlanabilir endişesiyle bundan da vazgeçtiklerini söyledikleri, Başkatip Bey tarafından bir yazıyla bildirilmektedir.

Bu yazıda, ayrıca uzun uzadıya ödenek işi de anlatılarak Hilafet Hazinesi’nin gücünü aşan ve yükümlülüğü dışında kalan giderler için Maliye hazinesince yardımda bulunulacağı yolunda Hükümet’in yazdığı 15 Nisan 1923 tarihli yazının incelenmesi ve gereğinin yerine getirilmesi istenmektedir. Durum, Hükümet’çe görüşülecektir. Sonucu ayrıca arz ederim, efendim.
İsmet

Bu telgrafa cevap olarak makine başında yazdığım telgraf şudur:

Makine başında İzmir

Ankara’da Başbakan İsmet Paşa Hazretleri’ne

İlgi: 22.1.1923 tarihli şifre,

Hilafet makamı ve Halife’nin şahısları ile ilgili yanlış anlamalar ve yanlış yorumlar Halife’nin kendi yanlış tutum ve davranışlarından kaynaklanmaktadır. Halife, kendi özel hayatı ve dış yaşayışı ile, ecdadı padişahların yolunu tutmuş görünmektedir. Cuma alayları, yabancı devlet temsilcileri yanına memurlar göndererek ilişkiler kurmak, gösterişli gezintiler,  saray hayatı, sarayında yedek subaylara varıncaya kadar kabul etmek, onların şikayetlerini dinleyerek onlarla birlikte ağlamak gibi davranışlar bu cinstendir. Halife, Türkiye Cumhuriyeti ve Türk halkı karşısındaki durumunu düşündüğü zaman, İngiltere Krallığı ile Hindistan Müslüman halkı veya Afgan Devleti ile Afgan halkı arasındaki durumunu bir ölçü olarak almalıdır.

Halife ve bütün dünya kesin olarak bilmelidir ki, bugün var olan ve korunmakta bulunan Halife’nin ve halifelik makamının gerçekte ne dini ve ne de siyasi bakımdan hiçbir anlamı ve varolma gerekçesi yoktur.

Türkiye Cumhuriyeti safsatalarla varlığını ve istiklalini tehlikeye atamaz. Bizce, hilafet makamı olsa olsa tarihi bir hatıra olmaktan öteye bir önem taşıyamaz. Türkiye Cumhuriyeti devlet adamlarının veya resmi heyetlerin kendisiyle görüşmelerini istemesi bile, Cumhuriyet’in bağımsızlığına açık bir tecavüzdür.

Başmabeyinci’sini Ankara’ya göndererek veya güvenilir bir kimseyi kendi yanına getirterek, Hükümet’e duygu ve dileklerini ulaştırmak istemesi de, Cumhuriyet Hükümeti ile karşı karşıya bir durum alması demektir.

Buna da yetkili değildir. Kendisi ile Cumhuriyet Hükümeti arasındaki yazışmalarda Başkatibi aracı kılması da yersizdir. Başkatip Bey’in böyle bir küstahlıktan sakınması gerektiği, kendisine bildirilmelidir.

Halife’nin yaşayışı ve geçimi için Türkiye Cumhurbaşkanı’nın ödeneğinden mutlaka daha aşağı bir ödeneğin yetmesi gerekir.

 Maksat, gösterişli ve debdebeli bir hayat sürmek değil, insanca yaşamak ve geçimi sağlamaktan ibarettir. Hilafet Hazinesi ile ne denmek istendiğini anlayamadım. Hilafetin hazinesi yoktur ve olamaz. Kendisine ecdadından böyle bir hazine kalmışsa, ve açık olarak bilgi alınmasını ve bana bildirilmesini rica ederim.

Halifenin aldığı ödenekle yerine getirilemeyen yükümlülükler nelermiş; 15 Nisan 1923 tarihli yazısıyla, Hükümet ne gibi vaatlerde bulunarak Halife’ye bildirilmiştir? Lütfen bunu da belirtiniz.

Halife’nin oturacağı yeri tespit edip açıklamak, Hükümet’in şimdiye kadar yapmış olması gereken bir görevdi.

İstanbul’da, milletin boğazından kesilmiş paralarla yapılmış bir çok saraylar ve bu sarayların içindeki birçok kıymetli eşya ve malzeme, Hükümet’in durumu tespit etmemesi yüzünden yok olup gidiyor. Halife’nin yakınları, sarayların en değerli eşyalarını Beyoğlu’nda, şurada burada satıyorlar diye söylentiler vardır. Hükümet bunlara, bir an önce el koymalıdır.

 Satılmak gerekiyorsa Hükümet eliyle satılmalıdır. Hilafet kadrosu ciddi olarak incelenerek yeni baştan düzenlenmelidir ki, başmabeyincilerin ve başkatiplerin varlığı, Halife’yi hala saltanat hülyası içinde uyutmasın! Fransızlar, kral hanedanını ve yakınlarını Fransa’ya sokmakta, bağımsızlıkları ve hakimiyetleri için yüz yıl sonra, bugün bile sakınca görüp dururken, her gün ufuktan kendileri için bir saltanat güneşinin doğmasına duacı bir haneden mensuplarıyla ilgili tutumumuzda Türkiye Cumhuriyeti’ni nezaket ve safsataya kurban edemeyiz.

Halife, kendinin ve makamının ne olduğunu açık olarak bilmeli ve bununla yetinmelidir. Hükümetçe, ciddi ve esaslı tedbirler alınarak bildirilmesini rica ederim, efendim.

Gazi Mustafa Kemal

Türkiye Cumhurbaşkanı

Hilafet’in, Şer’iye ve Evkaf Vekaleti’nin (219) kaldırılması ve öğretimin birleştirilmesi kararı

Bu yazışmadan sonra harp oyunu dolayısıyla İsmet Paşa ve Milli Savunma Bakanı bulunan Kazım Paşa da İzmir’e gelmişlerdi.

Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa da zaten orada bulunuyordu. Hilafetin kaldırılması gereğinde görüşlerimiz birleşmişti. Aynı zamanda Şer’iye ve Evkaf Vekaletlerini de kaldırmak ve öğretimi birleştirmek kararında idik.

1924 yılı Martı’nın birinci günü Meclis’in tarafımdan açılması gerekiyordu.

23 Şubat 1924 günü Ankara’ya dönmüştük. Burada da gereken kimselere kararımı bildirdim.

Mecliste bütçe görüşmeleri yapılıyordu. Hanedan’ın ödeneği ile Şer’iye ve Evkaf Vekaletleri’nin bütçeleri üzerinde durulmak gerekiyordu. Arkadaşlarımız bu maksada göre görüşme ve tenkitlere başladılar. Görüşme ve tartışmalar devam ettirildi.

1 Mart günü, Büyük Millet Meclisi’nin beşinci çalışma yılı dolayısıyla verdiğim nutukta, şu üç noktayı özellikle belirttim:

1 — Millet, Cumhuriyet’in bugün ve gelecekte bütün saldırılardan kesin ve ebedi olarak korunmasını istemektedir. Milletin isteği, Cumhuriyet’in denenmiş ve olumlu sonuçları görülmüş olan bütün esaslara bir an önce ve tam olarak dayandırılması şeklinde ifade edilebilir.

2 — Millet kamuoyunda tespit edilen eğitim ve öğretimin birleştirilmesi ilkesinin bir an önce uygulanmasını gerekli görüyoruz.

3 — Müslümanlığın, yüzyıllardan beri yapılageldiği üzere bir siyaset vasıtası olarak kullanılmaktan kurtarılmasının ve yüceltilmesinin şart olduğu gerçeğini de görmüş bulunuyoruz.

2 Mart günü Parti Grubu toplantıya çağrıldı. İşaret ettiğim bu üç konu ortaya atıldı ve görüşüldü. İlkeler üzerinde anlaşmaya varıldı. 3 Mart günü, Meclis’in birinci oturumunda, Başkanlığa gelen evrak arasında şu önergeler okundu:

1 — Şeyh Saffet Efendi ile elli arkadaşının, hilafet’in kaldırılması ve Osmanlı Hanedanı’nın Türkiye dışına çıkarılması ile ilgili kanun teklifi.

2 — Siirt Milletvekili Halil Hulki Efendi ve elli arkadaşının Şer’iye ve Evkaf Vekaleti ile Erkan-ı Harbiye Vekaleti’nin (220) kaldırılması ile ilgili kanun teklifi.

3 — Manisa Milletvekili Vasıf Bey ve elli arkadaşının, eğitim ve öğretimin birleştirilmesi ile ilgili önergeleri.

Başkanlık kürsüsünde oturan Fethi Bey: Efendim, birçok imzalarla gelen bu kanun tekliflerinin hemen görüşülmesi ile ilgili önergeler vardır. Yüksek oyunuza sunacağım dedi ve bu tekliflerin ilgili komisyonlara gitmeden hemen görüşülmesini oya koyarak, kabul edildiğini bildirdi.

İlk itiraz, Kastamonu Milletvekili Halit Bey’den geldi. Görüşmeler sırasında Halit Bey’e bir iki kişi daha katıldı.

Tekliflerin lehinde uzun konuşmalar yapan birçok değerli konuşmacılar kürsüye çıktı. Önerge sahipleri dışında, rahmetli Seyyit Bey’in ve İsmet Paşa’nın ilmi ve inandırıcı konuşmaları her zaman için okunmaya değer.

Bu konuda yapılan görüşme ve tartışmalar beş saat kadar sürdü. Saat 18.45’te görüşmeler bittiği zaman, Türkiye Büyük Millet Meclisi, 429, 430 ve 431’inci kanunlarını çıkarmış bulunuyordu.

Bu kanunlara göre Türkiye Cumhuriyeti’nde millet işleriyle ilgili kanunları yapma ve yürütme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisi ile onun kurduğu hükümete verildi; Şer’iye ve Evkaf Vekaleti kaldırılmış oldu.

Türkiye içindeki bütün bilim ve öğretim kurumlarıyla, bütün medreseler Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlandı.

Halife, görevinden uzaklaştırıldı ve hilafet makamı kaldırıldı. Uzaklaştırılan Halife ve tarihten izi silinmiş Osmanlı hanedanının bütün mensuplarına Türkiye Cumhuriyeti ülkesinde oturma hakkı süresiz olarak yasaklandı.


219) Diyanet ve Evkaf Bakanlığı.

220) Genelkurmay Bakanlığı’nın görevini yapan bakanlık

Hilafet makamının korunmasında dini ve siyasi menfaat ve zaruret bulunduğunu zannedenlere verdiğim cevap

Efendiler, Hilafet makamının korunmasında, dini ve siyasi menfaat ve zaruret bulunduğu inancında olan bazı kimseler, arz ettiğim kararların alınmakta olduğu son dakikalarda, hilafet görevini kendi üzerime almam teklifinde bulundular. Bu gibilere, hemen gereken red cevabını vermiştim.

Yeri gelmişken başka bir noktayı da arz edeyim. Büyük Millet Meclisi hilafet’i kaldırdığı zaman, din bilginlerinden Antalya Milletvekili Rasih Efendi, Kızılay adına, Hindistan’da bulunan bir heyetin başkanlığını yapıyordu. Rasih Efendi Mısır’a uğrayarak Ankara’ya döndü. Benimle görüşmek isteyerek şunları söyledi:

Gezdiği ülkelerde Müslüman halk benim halife olmamı istiyormuş… Yetkili İslam heyetleri, bana bu durumu bildirmek üzere Rasih Efendi’yi vekil etmişler. Rasih Efendi’ye verdiğim cevapta, Müslümanların bana olan bağlılık ve sevgilerine teşekkür ettikten sonra dedim ki : Zatıaliniz din bilginlerindensiniz.

Halifenin devlet başkanı demek olduğunu bilirsiniz. Başlarında kralları, imparatorları bulunan halkın bana ulaştırdığınız dilek ve tekliflerini ben nasıl kabul edebilirim. Kabul ettim desem, buna o halkların başında bulunanlar razı olur mu? Halifenin emir ve yasakları yerine getirilir. Beni halife yapmak isteyenler emirlerimi yerine getirebilecekler midir? Durum böyle olunca, anlamı ve fonksiyonu olmayan asılsız bir sıfatı takınmak gülünç olmaz mı?

Efendiler, açık ve kesin olarak söylemeliyim ki, Müslümanları hala bir halife korkuluğu ile uğraştırıp aldatmak gayretinde bulunanlar, yalnız ve ancak Müslümanların ve özellikle Türkiye’nin düşmanlarıdır. Böyle bir oyuna kapılıp hayal kurmak da ancak ve ancak cahillik ve gaflet eseri olabilir.

Rauf Bey’lerin, Vehip Paşa’ların, Çerkez Ethem ve Reşit’lerin, bütün yüzelliliklerin, kaldırılmış hilafet ve saltanat hanedanı mensuplarının, bütün Türkiye düşmanlarının, elele vererek aleyhimizde durmadan ateşli bir şekilde çalışıp uğraşmaları din gayretiyle midir? Sınırlarımıza bitişik merkezlerde yuvalanarak, hala Türkiye’yi yok etmek için Mukaddes İhtilal adı altında haydut çeteleri, suikast tertipleriyle çılgınca aleyhimizde çalışanların maksatları gerçekten mukaddes midir? Buna inanmak için gerçekten kara cahil ve koyu bir gafil olmak gerekir.

Müslümanları ve Türk milletini bu kerteye düşmüş sanmak ve İslam dünyasının vicdan temizliğinden, ahlak ve karakterindeki incelikten, alçakça ve canice maksatlar için yararlanma yolunu tutmak, artık o kadar kolay olmayacaktır. Küstahlığın da bir derecesi vardır.

Başarısızlığa uğratılan büyük bir komplo

Şimdi, saygıdeğer Efendiler, isterseniz, size, büyük bir komplo konusunda bilgi vereyim.

1924 yılı Ekiminin 26’ncı günü, geç vakit, Birinci Ordu Müfettişi’nin Müfettişlikten istifa ettiği bildirildi. Müfettiş Paşa’nın, Genelkurmay Başkanlığı’na verdiği istifa yazısı şudur:

Genelkurmay Başkanlığına

Bir yıllık ordu müfettişliğim boyunca, gerek teftişlerim sonunda verdiğim raporların ve gerekse ordumuzun yükseltilmesi ve güçlendirilmesi için sunduğum tasarıların dikkate alınmadığını görmekle üzüntü ve endişem çok büyüktür. Üzerime düşen görevi, milletvekili olarak daha büyük bir vicdan rahatlığı içinde yapacağıma tam inancım olduğundan, Ordu Müfettişliği’nden istifa ettiğimi arz ederim, efendim.

Milli Savunma Bakanlığı’na da arz olunmuştur.

Kazım Karabekir 26.10.1924

Bu istifa yazısının altında, renkli kalemle şunlar yazılıdır: İstifayı kabul etmediğimi bildirdim. Düşüncesinde direndi. Yarın yasama görevine döneceğini bildirdi. Bu satırların altında imza yoktur.

Fakat Genelkurmay Başkanı tarafından yazıldığı anlaşılıyor. Bu satırların altında da, kırmızı mürekkeple yazılmış şu notlar vardır: -Verilen rapor ve tasarıların hepsini göreyim. Bunların hangi maddeleri için neler yapılmış; hangi maddeleri yapılmamış, onları da dosyalarıyla birlikte göreyim. Bu notların altındaki tarih 28 Ekim’dir.

Efendiler, Kazım Karabekir Paşa’nın raporları ve tasarıları Genelkurmay’ın ilgili şubelerince incelenmiş, bunların kabul edilip uygulanabilecek olanları, dikkate alınmış ve uygulanmıştı.

Ancak, uygulanması devletin gücünü aşan veya ilmi bir değeri bulunmayan hayali ve keyfi nitelikteki teklifleri, elbette dikkate alınmamıştı. Kazım Karabekir Paşa’ya raporlar ve tasarılar verdiği için bir takdirname verilmesi de gerekli görülmemişti.

30 Ekim günü de, 2’nci Ordu Müfettişi Ali Fuat Paşa’nın, Konya’dan geldiği bildirildi. Kendisini akşam yemeğine Çankaya’ya davet ettim. Geç vakte kadar beklediğim halde gelmedi. Kendisini aratırken öğrendim ki, Fuat Paşa Ankara’ya gelince, İstasyonda Rauf Bey tarafından karşılanmış; Milli Savunma Bakanlığı’na uğradıktan ve bazı arkadaşlarla kısa görüşmeler yaptıktan sonra, Genelkurmay Başkanlığı’na gitmiş. Bir süre Fevzi Paşa ile görüşmüş; çıkarken Fevzi Paşa’nın yaverine şu kağıdı bırakmış:

30.10.1924

Genelkurmay Başkanlığı Yüksek Katına

Milletvekilliği yasama görevine başlayacağımdan, 2’nci Ordu Müfettişliği’nden affımı arz ve istirham ederim, efendim.

Ankara Milletvekili

Ali Fuat

Efendiler, milletvekilliğinden istifa etmiş olduğunu Meclis Başkanlığı’na bildiren Refet Paşa’nın da istifasının Rauf Bey tarafından geri aldırıldığını öğrenmiştim.

Dumlupınar’da yapılan törenden sonra, Bursa ve Karadeniz kıyıları ile Erzurum dolaylarında devam eden bir buçuk aylık bir geziden sonra, 18 Ekim’de Ankara’ya dönmüştüm.

Birçok milletvekili arkadaş ve başkaları tarafından karşılanmıştım. Karşılayıcılar arasında, Ankara’da bulunan Rauf ve Adnan Bey’leri görmemiştim. Oysa, dargınlık belirtisi sayılabilecek böyle bir hareketi beklemiyordum.

Efendiler, bir komplo karşısında bulunduğumuzu anlamakta bir saniye bile şüpheye düşmedim.

Bu durum ve görünüş şöyle bir tahlil ve değerlendirmeden geçirilebilirdi: Bir yıl öncesinden, yani Rauf Bey’in Hükümet Başkanlığından çekildiğinden beri, Rauf Bey, Kazım Karabekir Paşa, Ali Fuat Paşa, Refet Paşa ve diğerleri arasında bir tertip düşünülmüştür.

Bunda başarı sağlayabilmek için orduyu ele almak gerekli görülmüştür. Bu maksatla, Kazım Karabekir Paşa, 1’inci Ordu Müfettişliği’ne atandıktan sonra, eski komutanlık bölgesi olan doğu illerinde dolaşırken, Ali Fuat Paşa da politikadan hoşlanmadığını ve bundan sonra kendisini askerlik mesleğine vermek istediğini ileri sürdü.

Rütbesi yükseltilerek 2’nci Ordu Müfettişliği’ne gitti. 3’üncü Ordu Müfettişi olan Cevat Paşa’nın ve bu müfettişliğe bağlı kolordunun komutanı olan Cafer Tayyar Paşa’nın da bu tertibe katılabileceğini düşündüler. Bir yıl, ordular üzerinde kendi görüşlerine göre çalıştılar ve orduları kendi görüşlerine çekip kazandıklarını sandılar.

İstifalarından önce, bazı komutanların kendileriyle birlikte hareket etmelerini sağlamaya çalıştılar. Bu bir yıl içinde, Cumhuriyet’in ilanı, hilafet’in kaldırılması gibi işlerimiz, ortak tertip sahiplerini biribirine daha da yaklaştırarak birlikte hareket etmelerine yol açtı. İşe politikadan başlayacaklardı. Bunun için uygun an ve fırsatı bekliyorlardı.

Siyasi alandaki ve ordudaki hazırlıklarını yeterli görüyorlardı. Gerçekten de Rauf Bey ve benzerleri, Parti içinde korunmayı başardıkları durumlarıyla, Meclis’in tatil dönemine rastlayan aylarda, üyeler üzerinde ve yeni seçimde başarı kazanamayan İkinci Grup mensupları aracılığı ile bütün memlekette milleti aleyhimize kışkırtmak üzere çalışma fırsatı buldular.

Memleket içinde gizli gizli teşkilatlanmaya başladılar ve teşebbüslere de giriştiler. İstanbul’da Vatan, Tanin, Tevhid-i Efkar, Son Telgraf Adana’da Abdülkadir Kemali Bey tarafından çıkarılan Tok Söz gibi gazetelerle birleştiler. Bu gazetelerle, bize karşı imzasız yazılarla saldırıya geçtiler.

Memleket kamuoyunda genel bir karışıklık yarattılar. Hakkari bölgesinde, ordumuzla Nasturi ayaklanmasını bastırmaya çalıştığımız bir sırada, İngiltere de Hükümet’e bir ültimaton verdi. Meclis’i olağanüstü toplantıya çağırdım.

İngiliz ültimatomuna bilindiği şekilde cevap verdik. Harp ihtimalini göze aldık. İşte sözünü ettiğimiz kimseler, bu sıkıntılı günlerde ve bir yabancı devletin bize hücum edebileceği zamanda, kendilerinin de bize saldırarak hedeflerine kolaylıkla varabilecekleri hayaline kapıldılar. Savaşa hazır bir durumda bulundurmaya mecbur oldukları ordularını başsız bırakıp, daha önce sevmediklerini söyledikleri politika alanına koştular.

Toplanmış olan Meclis’te ortaya atılan bir konu da onların bu koşuşlarını çabuklaştıracak nitelikte idi. Gerçekten, milletvekili Hoca Esat Efendi, 20 Ekim 1924 tarihli önergesiyle, göçmenlerin değiştirilip yerleştirilmesi, yatılı okullara ne kadar parasız öğrenci alındığı ve nerelerde ilkokullar açıldığı konularında ilgili bakanlardan birtakım sorular soruyordu. Bu soruların kapsadığı işler gerçekten milleti ilgilendiren işlerdi.

Bu konular bakanları eleştirmek için pek elverişliydi. Özellikle göçmenlerin değiştirilmesi ve yerleştirilmesi işlerinde herkesi düşündüren noktalar açıkça bilinmekteydi.

Doğrudan doğruya ben bile, yaptığım gezi sırasında gördüklerime dayanarak, değiştirme ve yerleştirme işlerinin gidişinden şikayet etmiş; Ankara’ya dönüşümde, bu işlerle ilgili bakanlığın kaldırılmasını ve Hükümet’in bütün imkanlarıyla harekete geçirilmesini sağlayacak bir yol tutulmasını teklif etmiştim.

Bunda anlaşmıştık. Bu durum bile, saldırıya geçeceklerin bu konuda çok taraftar kazanmaları ihtimalini artırıyordu.

Efendiler, komployu sezdikten sonra tedbirini bulmakta güçlük çekilmedi. Bıraktığımız noktadan başlayarak durumu safha safha bilginize sunayım.

Komploya karşı aldığımız tedbirler

Hoca Esat Efendi’nin soru önergesi 27 Ekim’de yani Karabekir Paşa’nın istifasının ertesi günü gensoruya çevrilmişti. Fuat Paşa’nın istifa yazısının tarihi olan 30 Ekim günü Meclis’te gensoru görüşmeleri başlamıştı.

O günün akşamı, yemeğe beklediğim Fuat Paşa gelmedi. Fakat Başbakan İsmet Paşa ve Milli Savunma Bakanı Kazım Paşa’lar geldiler.

Çok kısa bir görüşmeden sonra, komploya karşı tutulacak yol kararlaştırıldı.

Derhal telefonla, aynı zamanda milletvekili olan Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa Hazretleri’nden, Meclis Başkanlığı’na milletvekilliğinden istifa ettiğini bildirmesini rica ettim. Bu düşüncesini Milli Savunma Bakanı’na daha önce bildirdiğini zaten öğrendiğim Paşa, ricamı hemen yerine getirdi. Milletvekili olan komutanlara da şu şifreli telgrafı çektim:
3’üncü Ordu Müfettişi Cevat Paşa Hazretleri’ne,

1’inci Kolordu Komutanı İzzettin Paşa Hazretleri’ne,

2’nci Kolordu Komutanı Ali Hikmet Paşa Hazretleri’ne,

3’üncü Kolordu Komutanı Şükrü Naili Paşa Hazretleri’ne,

5’inci Kolordu Komutanı Fahrettin Paşa Hazretleri’ne,

7’nci Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Paşa Hazretleri’ne,

şifre makine başındadır:

1 — Bana olan güven ve sevginize dayanarak, gördüğüm ciddi lüzum üzerine, milletvekilliğinden istifa ettiğinizi bildiren bir yazıyı telgrafla hemen Meclis Başkanlığı’na bildirmenizi teklif ediyorum. Birinci derecede önemli olan askerlik görevinize bütün varlığınızla kayıtsız şartsız bağlanmak istediğinizi gerekçe olarak belirtmeniz yerinde olur.

2 — Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak Paşa Hazretleri de görülen aynı gerekçe ile teklifim üzerine istifa dilekçesini vermiştir.

3 — 3’üncü Ordu Müfettişi Cevat Paşa, 1’inci Kolordu Komutanı İzzettin Paşa, 2’nci Kor. Komutanı Ali Hikmet Paşa, 3’üncü Kolordu Komutam Şükrü Naili Paşa, 5’inci Kolordu Komutanı Fahrettin Paşa, 7’nci Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Paşa Hazretleri’ne yazılmıştır.

4 — Telgraf başında durum hakkında bilgi vermenizi bekliyorum.

Cumhurbaşkanı

Gazi M. Kemal

Efendiler, 30/31 Ekim sabahına kadar, 1’inci Kolordu Komutanı İzzettin Paşa’dan İzmir’den, 2’inci Kor. Komutanı Ali Hikmet Paşa’dan Balıkesir’den, 3’üncü Kolordu Komutanı Şükrü Naili Paşa’dan Pangaltı’ndan ve 5’inci Kolordu Komutanı Fahrettin Paşa’dan Adana’dan, makine başında aldığım cevaplarda, teklifimin harfi harfine ve derhal yerine getirildiği bildirildi.

Efendiler, bu seçkin komutanların bu vesile ile de bana karşı gösterdikleri büyük güven ve itimada burada teşekkür etmeyi bir görev sayarım.

3’üncü Ordu Müfettişi ile, 7’nci Kolordu Komutanı’nın Diyarbakır’dan verdikleri cevaplar aynen şunlardı:

Müfettiş Paşa’nın cevabı:

Diyarbakır, 30.10.1924

Ankara’da Cumhurbaşkanı Gazi Paşa Hazretleri’ne

Yüce şahsiyetlerine karşı duyduğum güven ve sevgiden emin bulunmalarını arz eder; ancak, böyle bir vatan görevinden acele çekilerek millete ve seçim bölgem halkına karşı sorumlu ve suçlu duruma düşmemekliğim için emir buyurulan istifayı gerektiren sebeplerin açıklanmasına zatıdevletlerinin müsaadelerini saygılarımla istirham ederim.

3’üncü Ordu Müfettişi

Cevat.

Kolordu Komutanının cevabı:

Diyarbakır, 30.10.1924

Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne

1 — Siz Cumhurbaşkanı’nın yüce şahsiyetlerine karşı beslediğim saygı ve sevgiye itimat buyurulmasını rica ederim.

2 — Seçim bölgem halkı ile hiç bir görüşme yapmadan, şu dakikada zatıdevletlerinin tekliflerini kabul etmekliğim beni milletin gözünde sorumlu duruma düşürebilir.

3 — Vatanın ve milletin yararları milletvekilliğinden hemen ayrılmamı gerektiriyorsa, kesin kararımı verebilmekligim için, durumun aydınlatılmasını arz ve istirham ederim, efendim.

Cafer Tayyar

7’nci Kolordu Komutanı

Her iki telgrafta da benim için beslenen güven ve sevgi kesinlikle belirtildikten sonra, seçim bölgeleri halkına karşı olan durumlarından söz edilmekte ve teklifimin gerekçesi sorulmaktadır.

Verdiğim cevabı olduğu gibi bilginize sunayım:

Makine başında şifre

31.10.1924

3’üncü Ordu Müfettişi Cevat Paşa Hazretleri’ne,

7’nci Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Paşa Hazretleri ‘ne,

Komutanların aynı zamanda milletvekili olarak bulunmalarının, orduda, emir ve komutada beklenilen disiplin ile bağdaşamadığı görüşüne varılmıştır.

1’inci ve 2’nci Ordu Müfettişleri’nin görevlerinden istifa ederek Meclis’e dönmekle, orduları uygunsuz bir zamanda başsız bırakmış olmaları, bu görüşü doğrulamıştır. Seçim bölgenizdeki halk, ordu disiplininin selameti için vereceğiniz karardan elbette memnun olur. Daha önce yazdıklarım dikkate alınarak kararınızın bildirilmesini rica ederim.

Cumhurbaşkanı

Gazi M. Kemal

Bu telgrafıma Cevat Paşa’nın cevabı şudur:

Makine başında

Diyarbakır, 31.10.1924

Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne

Emir ve komutada beklenilen disiplin ile bağdaşamadığından komutanların aynı zamanda milletvekili olarak bulunmamaları yolundaki yüksek görüşlerinize bütün kalbimle katılır ve seçim sırasında bu görevden affımı yüce şahsiyetinizden istirhamımın da bu inanca dayandığını arz ederim.

Ancak, bu gün yüce makamlarından verilen bir emirle milletvekilliğinden çekilmenin, zatıdevletlerince de tahmin buyurulacağı üzere, milletçe ve seçim bölgem halkınca iyi karşılanmayacağı inancındayım.

Bu inançla ve hiç de uygun görmediğim şu önemli zamanda ordudan ayrılmak zorunda kalacağımı düşünerek üzüntü duyduğumu arz ederim.

3’üncü Ordu Müfettişi

Cevat

Cevat Paşa Ankara’ya geldikten sonra durumu anlamış ve teklifimin uygulanması gerektiği görüşüne vararak, derhal milletvekilliğinden çekilmiştir. Kendisinin yaratılmak istenen durumlarla hiçbir ilgisi bulunmadığı bizce de anlaşılmıştır.

 Gerçi, Kazım Karabekir Paşa, istifa ettiğini şu gün ve şu saatte gibi açıklamalarla birçok komutanlara ve bu arada Cevat Paşa’ya bildirmiş ise de, bu bildirme, Diyarbakır’da iken teklifimin gerçek sebebini anlamakta Paşa’yı kararsızlığa düşürmekten öteye bir tesir yapmamıştır.

Cafer Tayyar Paşa da şu cevabı verdi:

Makine başında

Diyarbakır, 31.10.1924

Ankara’da Cumhurbaşkanı

Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne

Milletvekilliği ve komutanlık görevlerinden birini bırakmamız gereği uygun görüldüğü takdirde, milli görevlerin en saygıdeğeri olarak kabul ettiğim yasama görevini yapmayı tercih etmekte olduğumu saygılarımla arz ederim, efendim.

7’nci Kolordu Komutanı

Tümgeneral

Cafer Tayyar

Komplo düzenleyenlerin Meclis’e ve kamuoyuna karşı ordu ile yapmak istedikleri blöf ortaya çıkarıldı

Efendiler, aynı zamanda milletvekili olarak bulunan Genelkurmay Başkanı ve komutanlar, orduda siyasetle ilgili unsurların bulunmasındaki sakıncayı anlayarak, bu yoldaki teklifimi iyi karşıladıktan ve bana fiili olarak güvenlerini gösterdikten sonra, Cevat ve Cafer Tayyar Paşa’ların müfettişlik ve komutanlıkta kalmaları uygun görülemezdi.

Bu bakımdan, derhal askeri görevlerine son verildi. Yerlerine gerekenler tayin edildi ve durum Milli Savunma Bakanlığı’nca bütün orduya bir genelge ile bildirildi.

Kazım Karabekir ve Ali Fuat Paşa’lara, Milli Savunma Bakanlığınca bir emir gönderilerek, askeri görevlerini yerlerine atanan şahıslara usulüne göre devir ve teslim ettikten ve sonucu da bildirdikten sonra Meclis’teki yasama görevlerine başlayabilecekleri bildirildi. Bu durum Başbakan tarafından resmen Meclis Başkanlığı’na da yazıldı.

Meclis’e girmiş olan Kazım Karabekir ve Fuat Paşa’lar, Meclis’ten çıkarıldı. Fuat Paşa, askeri görevinin devir ve teslim işleri için yeniden Konya’ya gitti.

Kazım Karabekir Paşa, Sarıkamış’tan kendi yerine gelecek olan komutan göreve başlayıncaya kadar Meclis dışında kalmaya mecbur edildi. Milletvekilliğinde kalmak isteyen iki komutanın ordu ile ilgisi kesildi.

Böylece, komplo düzenleyenlerin Meclis’e ve kamuoyuna karşı ordu ile yapmak istedikleri blöf meydana çıkarıldı.

Efendiler, 1 Kasım 1924 günü Meclis’in ikinci toplantı yılının açılış günü idi. Bu münasebetle oturumu ben açtım. Açış nutkunu söyledim.

Ben Başkanlık kürsüsünden ayrıldıktan sonra, Fevzi, Fahrettin, Ali Hikmet ve Şükrü Naili Paşa’ların istifa yazıları ile Başbakan İsmet Paşa’nın ordudaki komuta değişikliği ile ilgili 31/10/1924 tarihli yazısı sırayla okundu.

 Meclis’in 5 Kasım günü toplanacağı bildirilerek oturuma son verildi.

Efendiler, Kazım Karabekir Paşa, 1 Kasım 1924 tarihli bir yazı ile Meclis Başkanlığı’na başvurarak, Milli Savunma Bakanlığı’nın, kendisinin Meclis’e katılmasını yasakladığından şikayet etti.

5 Kasım günü Meclis’te okunan bu yazıda, Kazım Karabekir Paşa diyordu ki: Ordu Komutanlığından çekilmemden beş gün sonra (30.10.1924 Cuma günü geceleyin) Milli Savunma Bakanı’nın Sarıkamış’tan yerime gelecek olan komutanın göreve başlayışına kadar benim Meclis’e katılmaktan alıkoymak isteyen bir yazısını aldım. Yazı; şu cümlelerle son buluyordu: Bununla birlikte, bu konuda yetkili olan yüce Meclis’in kararını beklediğimi arz ederim.

Kazım Karabekir Paşa, aynı tarihte Milli Savunma Bakanlığı’na da bir yazı yazarak: Devir ve teslim işlemleri öne sürülerek belirsiz bir süre için yasama görevine başlamamaklığım bildiriliyor. İstifa ettiğim gün yerine gelecek komutanı bekleme şartı ileri sürülmemişti. Beş gün sonra, bilmem neden böyle bir bahane ortaya atıldı. Meclis’e katıldıktan sonra, geçici bir süre için de olsa, yeniden bir görevi kabul hem benim kendi isteğime hem de Meclis’in kararına bağlı olduğundan, durumu Meclis Başkanlığı’na yazdığımı arz ederim.

Efendiler, ordumuzun yükseltilip güçlendirilmesi için rapor ve tasarılar sunduğumdan söz eden ve onlar dikkate alınmadığı için üzüntü ve endişem çok büyüktür diyen eski müfettiş Paşa, memleketin üçte birine yayılmış koskoca bir orduyu, keyfinin istediği anda beş satırlık bir kağıtla başsız bırakmanın ne kadar hafif, ordunun yükseltilip güçlendirilmesi açısından gerekli olan disiplini de ne denli bozucu bir hareket olduğunun farkında görünmüyor.

Dikkate alınmadığını iddia ettiği raporları ve tasarılarıyla yapamadığı bir işi, devletin bir ültimatom aldığı ve ondan dolayı olağanüstü toplanmak üzere çağırdığı Meclis’te yapmaya kalkıştığını ileri süren müfettiş paşa, kendisi gibi hareket eden arkadaşlarıyla birlikte ve pek elverişsiz bir zamanda, orduya ne kötü bir anarşi örneği olduğunu anlamak istemiyor…

Ordumuzun yükseltilmesi için ileri sürdüğü düşünce ve görüşlerine gereken değerin verilmemiş olmasına gücenmiş olan zat, askeri görevlerin devir ve tesliminin kanuni bir vazife olduğunu, ordudaki yönetim ve disiplinin selameti için onu yapmaya mecbur bulunduğunu bilmez gibi görünüyor…

Üzerindeki askerlik görevinin sona erdiğini Meclis’e resmen bildirecek makamın, ona bu askeri görevi vermiş bulunan makam olmak gerektiğini dikkate almıyor…

Efendiler, Kazım Karabekir Paşa’nın Meclis Başkanlığı’na sunduğu yazının arkasından Başbakan’ın bir yazısı ile iki eki de okundu.

Başbakan, Karabekir Paşa’nın Milli Savunma Bakanlığı’na yazdığı yazı ile Bakanlığın ona verdiği cevabı olduğu gibi Meclis’e arz ediyordu.

Milli Savunma Bakanı, Kazım Karabekir Paşa’nın bütün iddia ve düşüncelerinin doğru olmadığını açıkladıktan sonra, ona Ordu Müfettişliği ile ilgili görevlerin ve gizli belgelerin yerine gelecek olan komutana kendisi tarafından devir ve teslim edilerek sonucun bildirilmesini bir daha belirtiyor ve emrediyordu.

Acaba bu son uyarıdan sonra, eski müfettiş paşa anlamış mıdır ki, vatanın savunulması için ordusu ile ilgili önemli görevi ve gizli belgeleri devlet onun şahsına güvenmiş ve teslim etmiştir.

Onları, yerine gelecek ve devlete karşı sorumlu olacak bir komutan gösterilmeden, kendiliğinden istediğine terk ve teslim etmesi büyük bir suçtur. Hakkında ağır kanuni işlem yapılmasını gerektirir. Bunları anlamış mıdır?

Kazım Karabekir Paşa’yı bir an önce Meclis’e sokmakta acele edenler yaptığımız işlemi bozmaya çalışıyorlardı

Efendiler, Kazım Karabekir Paşa’yı bir an önce Meclis’e sokmakta acele edenler, yaptığımız işlemi bozmaya çalışmakta kusur etmediler. Feridun Fikri Bey (Tunceli Milletvekili), ilk olarak ortaya atıldı.

Vehbi Bey (Balıkesir Milletvekili): Meclis’e katılan bir arkadaşı, bir üyeyi görüşmelere katılmaktan herhangi bir kuvvet alıkoyabilir mi? Böyle şey olur mu? şeklinde konuşmaya ve suçlamaya başladı.

Sayın milletvekili, fikir arkadaşını Meclis’te bir an önce faaliyete geçirebilmek için, kanun kuvvetini, onun kahredici kudretini, o kuvvet ve kudreti kullanabilmek için yüce Meclis’in ve milletin güven ve itimadını kazanmış olan kimselerin azim ve kararlarında ne derece kesin olduklarını unutmuş gibi görünüyordu.

İsmet Paşa’nın konuşması, bu yaygaraları susturdu. Bu konudaki görüşmeler kapandı. Paşalara verilen emirler olduğu gibi uygulatıldı

Hükümet açıktan açığa ve karşı karşıya çarpışmayı kabul etti

Meclis, genel görüşmeye geçti. Görüşülecek konu Mübadele, (221) İmar ve İskan Bakanlığı ile ilgili gensoruydu.

Başbakan İsmet Paşa, kürsüye çıkarak şu teklifte bulundu: Birçok konuşmacının imar ve iskan işleri üzerinde değil, çeşitli vesilelerle diğer bakanlıklarla ilgili işler üzerinde durduklarını gördüm.

Hatta, bazı konuşmacılar, Başbakan’ın devletin iç ve dış siyaseti üzerinde uzun uzadıya geniş bilgi vermesini istemişlerdir.

 Bu isteklerin hepsini de memnuniyetle benimsiyorum. Mübadele Bakanı, yüce Meclis’in uygun görüp oy vermesiyle Başkan Vekilliği’ne seçilmiştir. Ancak, bundan dolayı, gensorunun önem ve kapsamının hiçbir şekilde hafife alınmamasını teklif ederim. Ben, yerinde ve uygun taktiği severim.

Böylece Hükümet, sahnenin perdesini kaldırdı ve oyun hazırlığı yapanların oyunlarını sahneye koymalarını çabuklaştırdı. Hükümet, açıktan açığa ve karşı karşıya çarpışmayı kabul etmiş bulunuyordu.

Efendiler, lehte ve aleyhte olmak üzere otuz kadar konuşmacı söz aldı. Adalet ve Milli Eğitim Bakanları da konuştular, Tartışma, beş saat hiçbir sonuç alınmadan devam etti. Gensoru görüşmeleri ertesi güne bırakıldı.

Ertesi gün 14.30’da görüşmelere başlandı. İlk söz alan İçişleri Bakanı ve Mübadele, İmar ve İskan Bakanı Vekili Recep Bey oldu. Uzun açıklamalar yaparak konuştu. Muhalifler, oturdukları yerlerden Recep Bey’e kısa sataşmalar yapıyorlardı.

Recep Bey, bir noktada dedi ki: Bazı gazeteler ve bazı kimseler diyorlar ki, Ankara’da bir Hükümet varmış. Meclis’in bütün tatil zamanlarında, memleketi ne kadar usulsüzlükler varsa hep bunlarla idare etmiş… Söylentilere göre, bazı arkadaşların birtakım gizli defterleri de varmış; orada Bakanların yaptıkları kanunsuz işler yazılıymış…

Bir gün gelecekmiş Meclis toplanacak ve orada Hükümet’i hesaba çekeceklermiş… O zaman o gizli defterlerin içindekiler, milletin huzurunda Hükümet’ten sorulacakmış. İşte, o gün gelmiştir! O defterlere yazılmış olanları milletin gözü önüne döksünler!

Feridun Fikri Bey, arkadaşları adına çoğul şekli kullanarak cevap verdi: Sırasında dökeceğiz dedi.

Recep Bey, karşılık verdi: Dökünüz efendim, bekliyoruz. Hükümet, milletin huzurunda bağrını sorumluluğa açmış olarak daima karşınızdadır dedi ve şu sözleri ekledi: Memleketin gizliliğe, kapalılığa, belirsizliğe ve kararsızlığa tahammülü yoktur.

Açıktan açığa tenkit yapılmadan, her gün ufukta birtakım tehlike bulutlarının dolaştığını fısıldayarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin, bu körpe varlığın yapısında zararlı karışıklıklar varmış gibi göstermek bu memlekete karşı hainliktir.

Herkesin köşede bucakta, koridorlarda, şurada burada, gerçek dışı asılsız birtakım kuruntularla kamuoyunu bulandırmaktansa, bu herkese eşitlikle açık olan millet kürsüsüne çıkıp gerçeği oradan söylemesi lazımdır.

Gerçekler söylenmez ve yine bu asılsız, kuruntuya dayanan telkinlerde bulunulmaya devam edilirse, bunu yapanların, bu memleketin kaderi ile içten ve sağlam bir bağlantıları bulunmadığına hükmedeceğim.

Ben kendim bunu böyle kabul edeceğim. Sanırım ki, millet de böyle kabul edecektir. Bu kürsüye davet ediyorum… Ta ki millet bilsin: Gerçek ne taraftadır, zan, kuruntu, lekeleme, suçlama ne taraftadır?

Recep Bey’den sonra, aleyhte konuşan birtakım milletvekilleri dinlendi. Onlara da Ticaret Bakanı Hasan Bey (Trabzon Milletvekili) ve Milli Savunma Bakanı Kazım Paşa cevap verdiler.

Aleyhte söz alanlar arasında Rauf Bey de vardır. Ona da söz sırası geldi.

Rauf Bey, İmar ve İskan Bakanlığı ile ilgili soru ve gensorunun, bütün Hükümet’e yöneltilmesini uygun bulmamakla birlikte. Başbakan Paşa’nın bu davranışını mertçe buldu ve sözlerinin başında: Meclis, bir kasıt karşısında bulunan Hükümet’e hücum durumuna geçmiştir dedi.

Yunus Nadi Bey: Anlamadık dedi. Rauf Bey açıkladı. Dedi ki: Tenkit edenler, Hükümet’e karşı konuşurken, kasıtlı bir iş yapmışlar ve ona hücum ediyorlarmış gibi bir durum görüyorum.

Rauf Bey, konuşmacıların ağır kelimeler kullanmamaları, konuşmalarında Hükümet’i küçük düşürücü ifadelere yer vermemeleri gibi, öğüt verircesine yumuşak bir tavır takınarak Feridun Fikri Bey’in teklifine dokundu ve o teklifi savundu.

Tunceli Milletvekili’nin teklifi bir parlamenter anket idi. Meclis soruşturması yapacak bir komisyon kurulması için acele karar alınması isteniyordu. Feridun Fikri Bey’in bununla ilgili bir önergesi ve bu önergenin isim okunarak oya konması için de Feridun Fikri Bey’le birlikte daha on altı arkadaşının başka bir önergesi vardı.

Rauf Bey dedi ki: Soruşturma komisyonu diye tercüme ettiğim bir komisyondan söz edildi – Bundan söz eden Feridun Fikri Bey’dir — Rauf Bey, sözüne şöyle devam etti:

…Bakanlar böyle bir komisyonun kabulünü, bu ana kadar saygıya değer olan vatan ve millet duygularına karşı bir leke bir horlama saydılar.

Yunus Nadi Bey, Rauf Bey’in sözünü kesti. Biraz öyle dedi. Rauf Bey tekrar devam etti: Hepimizin yanılmaz olmadığımızı kabul ederek arz ediyorum ve bunun gerekli bulunduğunu (…) ben de ilgili olduğum için, herkesten önce ben istiyorum dedi.


 221) Karşılıklı olarak göçmen değiştirme.

Cumhuriyet sözünü söylemeye Rauf Bey’in dili varmıyordu

Rauf Bey, söz söylerken, Meclis’e karşı çok saygılı olduğunu göstermek için de fırsat düşürmeye dikkat ediyordu Bir puntuna getirerek dedi ki: Bu yüce Meclis’in çıkardığı kanunlara bazı sıfatlar yakıştırılmıştır. (Koridor Kanunları) denilmiştir.

Rauf Bey, yüce Meclis’e saygı gösterilmesini istiyordu.

Rauf Bey, yüce Meclis’in Cumhuriyet’i ilan eden kanunu kabul etmesi üzerine, takındığı saygısız tavrın unutulduğunu zannetmiş olacak!

Mazhar Müfit Bey (Denizli Milletvekili): Onu ilk önce, sayın arkadaşınız Muhtar Beyefendi söylemiştir dedi. Bu söz, Rauf Bey’e konuşma yönünü değiştirtti. Fakat Muhtar Bey alındı.
Saip Bey (Kozan) söze karıştı.

Nihayet Başbakanlık makamının araya girip uyarıda bulunması üzerine Rauf Bey sözüne devam ettirildi.

Rauf Bey, döndü dolaştı ve sonunda ilke meselesine dayandı. Tutumumuz, siyasetimiz kayıtsız şartsız milli hakimiyet ilkesidir dedi.

Yunus Nadi Bey’in sesi işitildi: Cumhuriyet!

Rauf Bey, cevap vermedi. Başladığı cümleyi şu şekilde bitirdi: Milli hakimiyetin varlığını gösterdiği tek yer Büyük Millet Meclisi’dir.

Cumhuriyet sesleri bütün Meclis salonunu doldurdu. Ali Saip Bey (Kozan): Cumhuriyet! dedi.
Rauf Bey, Ali Saip Bey ile konuşmaya başladı. İhsan Bey söze karıştı.

Yüksek ifadenizde açıklık yoktur Rauf Beyefendi dedi.

Rauf Bey: Açıktır. Çok rica ederim. İhsan Beyefendi. İhsan Bey: O kadar açık değildir. Uzun süreden beri sizinle anlaşamadık! dedi. Rauf Bey, İhsan Bey’in yüksek adalet duygusuna sahip bulunduğundan, hakimlik etmiş olduğundan söz ederek ona dedi ki: Suçsuzluk esastır. Aksini ispat edemedikçe bir tarafı töhmet altında tutmak ve bunu böyle ifade etmek doğru değildir. İhsan Bey cevap verdi: Gerçeği söylemeyen sanıktan şüphe etmekte hakim haklıdır dedi.

Rauf Bey ile İhsan Bey arasındaki bu karşılıklı konuşma biraz uzadı. Başkan söze karıştı. Rauf Bey devam etti ve Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda Bakanların görev ve yetkileri ile ilgili bir kanunun yapılması söz konusu idi. Bu yapıldı mı? Bunu sorarım dedi.

Efendiler, kanunların Meclis tarafından yapılması tabii olduğu halde, Rauf Bey, bu soruyu Hükümet’ten değil de kendisinin de içinde üye olarak bulunduğu Meclis’ten soruyordu.

Rauf Bey, Danıştay (222) teşkilatına temas ettikten sonra, Men’-i Şekavet Kanunu (223) uygulanmış mıdır? şeklinde, İçişleri Bakanı’ndan başlayarak Bayındırlık, Ticaret, Ziraat, Milli Savunma, Adalet ve Milli Eğitim Bakanlarına çeşitli sorular yöneltti. Bütün bu sorularla Rauf Bey’in millet ve ordunun dikkatini çekmek istediği anlaşılıyordu.

Söz gelişi, basında Karadere ormanları ile ilgili bir işlem olduğu gözüne ilişmiş; O iş nasıl olmuş? Fedakar ve kahraman ordumuzun İstiklal Savaşı’ndan sonra, barışa geçerken büyük bir intizam ve olgunluk gösterdiğini işittik ve göğsümüz kabardı. Ancak, ondan sonra, beslenme ve barındırma işleri bakımından durumun yine aynı şekilde kuvvetli olduğunu kabul edip düşünebilir miyiz? Bu noktada bizi aydınlatmalarını rica ederiz dedi.

Rauf Bey’in bu sorusunun ortak bir soru olduğu kendi ifadesinden anlaşılıyor. rica ederiz diyor. Gerçekten de bu sorunun, o güne kadar orduların başında bulunan iki ordu müfettişiyle birlikte hazırlanmış olduğuna hükmetmemek elde değildir.

Rauf Bey, adalet teşkilatındaki değişiklik dolayısıyla ortaya çıkan uygulamanın, adaleti sağlayabilecek en uygun usul ve şekil olup olmadığını öğrenmek istiyordu.

Milli Eğitim Bakanı’ndan da, ilk öğretim süresinin kanuna aykırı olarak niçin azaltıldığının açıklanmasını istedi.

Rauf Bey, İstanbul Valisinin gece manevrasından, İstanbul’un Emanet (224) ile idaresinin halkın haklarına tecavüz olduğundan da sözettikten sonra; Milli Eğitim Bakanı Vasıf Bey’le basın arasında çıkan bir olaydan ve bu münasebetle öğretmenlerden de söz ederek dedi ki: Öğretmen ordusunun, bu aydın ordunun şu veya bu tarafı tutar ve destekler şekilde yayın yapmaları doğru mudur?

Rauf Bey, bunun olmadığını söyleyerek konuşmasını şu cümle ile bitirdi Allah vatanımı, milletimi ve hepimizi korusun.

Bu cümlenin alkışlarla karşılanmasından sonra, İçişleri Bakanı kürsüye çıktı.

Gümüşhane Milletvekili Zeki Bey daha önce kendisinin görüşmesi gerektiğini ileri sürdü. Vehbi Bey Efendim bu mesele, Bakanların Meclis’i sorguya çekmesi şekline girdi dedi.

Başkanlık, Bakanların söz hakkı ile ilgili iç tüzük maddesini hatırlattı. Recep Bey de, çok geniş bir gensoru karşısında bulunan Bakanların, tüzük ile sağlanmış olan söz söyleme haklarını kullanmalarına müsaade edilmediği takdirde, gerçeklerin açığa çıkmasına yardım edilmemiş olacağını söyledikten sonra, yöneltilen sorulardan kendisi ile ilgili bulunanlara birer birer cevap verdi.

Konuşması sırasında, Rauf Bey’in kürsüye öğüt verircesine bir tavırla çıktığına işaret ederek, bu Meclis ne tam bir sessizlik içinde hareket etmeye mecbur olan bir okuldur ne de bir bilim akademisidir dedi.

Rauf Bey’in kürsüde bu gün bile açık konuşmadığına; soruşturma sözünü kullanmadan, Feridun Fikri Bey’in, üç Bakanlığın bir yıllık çalışmaları ile ilgili anlamsız, haksız, mantıksız, kanunsuz ve hükümet dengesini bozucu nitelikteki Meclis soruşturması teklifini desteklemiş olduğuna Meclis Genel Kurulu’nun dikkatini çekti.

Feridun Fikri Bey, yerinden, Recep Bey’in mantıksızdır sözüne itiraz etti. Bu sözü geriye almasını istedi. Recep Bey: Geriye almıyorum, efendim; mantıksızdır. Gerçek olduğu gibi ifade edilir dedi. Feridun Fikri Bey’in mantıksız sözünü kabul etmiyorum sözüne, Recep Bey cevap verdi: Feridun Fikri Bey dedi, Siz daha ağır şeyleri kabul etmeye alışkınsınız…

Daha ağır şeyler, Adalet Bakanı Necati Bey tarafından söylenmiş… Feridun Fikri Bey: Adalet Bakanı sözlerini geri aldılar dedi. Necati Bey, yerinden fırlayarak Sözlerimi geri almadım dedi.

Biraz gürültü oldu. Nihayet Başkan: Rica ederim, gürültüyü keselim! dedi. Recep Bey, açıklamalarına devam ederek:

…Birçok kimsede defterler varmış, demiştim. Şimdi Rauf Bey’in sözlerine göre, hazırlanmış sorulardan on, on beş tanesinin silinmesi fırsatını bulacağız. İşte, Efendiler, dedi. Defterlerin yavaş yavaş ilk sayfaları görünmeye başlıyor.

Recep Bey, Rauf Bey’in konuşmasında kullandığı taktiğe dikkati çekerek dedi ki: Rauf Bey hem bütün bu soruları soruyorlar hem de asla bir sorumluluk töhmeti altında tutmak veya Hükümeti düşürmek gibi maksat gütmüyorum, diyorlar.

Bir gensorunun görüşüldüğü günde, millet kürsüsüne çıkan kimse, ya lehtedir ya aleyhtedir. Lehte ise, Hükümet’in desteklenmesini ister. Aleyhte ise, düşürülmesini ister. Bunu da açık seçik söylemek gerekir. Yoksa, Rauf Beyefendi’nin sözleri boş ve anlamsız sözlerden ibaret kalır.

Recep Bey’in bu cümlesi, Rauf Bey’1e aralarında kısa bir tartışmaya yol açtı: Fakat saldırıyorsunuz, siz de sözlerimi kesiyorsunuz… gibi karşılıklı sözler söylendi. Sonunda Recep Bey, konuşmasına devam ederek dedi ki: Saygıdeğer Efendiler! Birtakım sorular soruyorlar… Ahmet gelmiş midir? Kanun uygulanmış mıdır? Böyle bir gensoru görüşülürken, Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsü hedefsiz olarak sorulacak ve söylenecek sözlerin yeri değildir. Buraya çıkıyorlar, söylüyorlar söylüyorlar. Sonunda da söylüyorum, söylüyorum ama bir şey yoktur, diyorlar.

Böyle olunca, söylenenler anlamsız boş sözlerdir ve gayesizdir. Durumun tarifi budur. Recep Bey, sözlerine şu yolda devam etti: Çok dikkat ettim. Rauf Bey buraya çıktılar; sırası geldi, icap etti, başka bir tarif yaptılar; fakat Cumhuriyet kelimesini söyleyemediler… Sayın arkadaşlar! dedi. Oyun oynamıyoruz.

Büyük bir inkılaptan çıktık, aydınlık bir geleceğe doğru gidiyoruz. Bütün gerekleri bütün şartları ve bütün açıklığı ile bir hedefe yürüyoruz.

Nedir bu Rauf Bey’deki küskünlük ki, sırası gelmiş ve arkadaşlar, dolayısıyla fırsat vermişken, bu kutsal ismi söylememekte inat edip direnmişlerdir. Fakat dikkate değer bir noktadır ki, bu zat, İstanbul’da kıyametleri koparmıştır. Elinden gelen her şeyi yaptı. Karşınıza çıktığı zaman da bütün bu yaptıklarından döndü ve yemin ederek dedi ki, ben Cumhuriyetçiyim. Bugün kendisinden şüphe ediyorum.

Beni bu şüphenin yanlış olduğuna inandırmayı kendileri için gerekli buluyorlarsa, çıksınlar; kürsüden veya başka bir yerden söylesinler ki, böyle bir şüpheye yer yoktur. Aksi takdirde, Rauf Bey’in Cumhuriyet’e olan bağlılığından şüphem vardır ve bu şüphem devam edecektir. Gerçek budur.

Recep Bey açıklamalarını bitirirken: Sayın arkadaşlar, dedi, bugüne kadar, boğazımıza kadar kan içinde yuğrularak bu davayı, bu kutsal vatanın kesin olarak yükselişini sağlayacak olan bu davayı, bugünkü durumuna kadar getirdik. Bugünden sonra yapılacak olan en büyük yanılgı, kararsızlıklar, şüpheler ve belirsizliklerdir. Bunların, sonunda bizi nereye götüreceğini kimse bilemez.

Recep Bey kürsüden inerken, Başkanlık makamı, isteği üzerine, kendisini savunmak üzere Rauf Bey’e söz verdi.

Rauf Bey: Sizin her kararsızlık ve şüpheye düştüğünüz zamanlarda ben yenibaştan yemin etmeye, ant içmeye mecbur muyum? dedi, Mecbursun sesleri yükseldi. Rauf Bey bu seslere Hayır Efendiler, kimsenin kimseden şüphe etmeye hakkı yoktur! cümlesiyle cevap verdi.

Buna Afyonkarahisar milletvekili Ali Bey, yerinden karşılık verdi: Sen de o vakit bu toprakta oturamazsın. Atalarının, babanın ve dedenin geldiği yere gidersin. Bu toprak bunu istiyor dedi.

Bunun üzerine, Rauf Bey, kendileri ile görüş ayrılığında bulunduğu noktayı açıklama yollu bir konuşma yaparak dedi ki: Millet bizi, kayıtsız şartsız milli hakimiyet ilkesine dayanan bir rejimin, demokrasi denilen halk rejiminin esaslarını kurmak üzere, kendi temsilcileri olarak seçmiştir. Birtakım arkadaşlarımız, milletin bu hakkını Meclis’ten alıp şu veya bu makama, Meclisi dağıtma, kanunları geri çevirme gibi yetkiler verme düşünce ve eğilimini benimsediler.

İşte ben buna karşıyım.

Recep Bey, bu sözlere cevap verdi ve açıkladı ki, Rauf Bey itiraz ettiği zaman, daha Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ve böyle birtakım hakların kimseye verilmesi veya verilmemesi söz konusu bile değildi. Bu meseleler ancak aylarca sonra ele alındı. Recep Bey, Efendiler bu demagojidir dedi.

Rauf Bey, muhalif oluşunun sebebini iyice anlatabilmek için şöyle bir açıklama yapmayı gerekli gördü: Efendiler, değil halifeci ve sultancı, bu makamın haklarını elinden alabilecek olan herhangi bir makamın da karşısındayım dedi.

Rauf Bey, halifeci ve sultancı olmadığını söylerken, Cumhurbaşkanlığı makamına ve Cumhurbaşkanına karşı olduğunu da açıklamış ve ilan etmiş oluyordu. Daha önce, yeri gelince de belirttiğim üzere, Rauf Bey, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti şeklinde ısrar ediyordu. İsmin değişmesine, yani Cumhuriyet adını almasına rağmen, teşkilatın o niteliğinin korunmasını istiyordu.

Ne için? Çünkü, Cumhurbaşkanlığı makamı, hilafet ve saltanat makamlarının haklarını alabilirmiş…

Efendiler, şahsi görüş diye ortaya atılan bu sözler, Recep Bey’in dediği gibi boş ve anlamsız sözler değil de nedir? Bu gibi sözler üzerine kurulan mantık demagoji değil de nedir?

Bu görüşün ve bu mantığın taşıdığı anlam ve özü Rauf Bey’in bu günkü gayret ve çalışmaları pek güzel göstermektedir. Fakat, biz bunu anlamak için bugünlere kadar beklemek gafletinde kalamazdık. Bundan dolayı bizi mazur görsünler.


 222) Şura-yı Devlet.

223) Eşkıyalığın Önlenmesi Kanunu.

224) Belediye Başkanlığı.

Meclis’te yapılan görüşmelerin muhalif basındaki yankıları

Paylaş; başkaları da faydalansın!

Bir Yorum Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.