Nutuk, Vatan için

Nutuk 14. Bölüm ( Yabancı devletlere yaptığım protesto … Yenihan, Yozgat ve Boğazlıyan isyanları )

Paylaş; başkaları da faydalansın!

 

Yabancı devletlere yaptığım protesto

Efendiler, aynı günde çeşitli vasıtalarla şu protestoyu gönderdim:

16.3.1920

Protesto

İstanbul’da İngiliz, Fransız, İtalyan Siyasi Temsilcilerine, Amerikan Siyasi Temsilcisine, Bütün Tarafsız Devletler Dışişleri Bakanlıklarına, Fransa, İngiltere, İtalyan Millet Meclislerine verilmek üzere Antalya’da İtalyan Temsilciliğine

Milli bağımsızlığımızı temsil eden Meclis-i Meb’usan da dahil olmak üzere, İstanbul’da bütün resmi daireler, İtilaf Devletleri’nin askeri kuvvetleri tarafından resmen ve zorla işgal edilmiş ve milli dava uğrunda çalışan birçok vatansever kimsenin de tutuklanmasına teşebbüs edilmiştir.

Osmanlı milletinin siyasi hakimiyet ve hürriyetine indirilen bu son darbe, ne pahasına olursa olsun hayatını ve varlığını savunmaya azmetmiş olan biz Osmanlılardan çok, yirminci yüzyıl medeniyet ve insanlığının kutsal saydığı bütün esaslara, hürriyet, milliyet, vatan duyguları gibi bugünkü insan toplumlarının temelinde yatan bütün ilkelere ve insanlığın bu ilkeleri meydana getiren ortak vicdanına indirilmiş demektir.

Biz, haklarımızı ve bağımsızlığımızı savunmak için giriştiğimiz mücadelenin kutsallığına ve hiçbir kuvvetin bir milleti yaşama hakkından mahrum edemeyeceğine inanıyoruz.

Tarihin bugüne kadar kaydetmediği bir suikast olan ve Wilson prensiplerine dayanan bir Ateşkes Anlaşması’nın, milleti savunma imkanlarından yoksun bırakmış olmasından doğan bir hileye de dayanmış olması bakımından, ilgili milletlerin şeref ve haysiyetleriyle de bağdaşmayan bu hareketin ne demek olduğunun takdirini, resmi Avrupa ve Amerika’nın değil, bilim, kültür ve medeniyet Avrupa ve Amerika’sının* vicdanına bırakmakla yetinir ve bu olaydan doğacak büyük tarihi sorumluluğa, son olarak bir kez daha dünyanın dikkatini çekeriz. Davamızın haklılık ve kutsallığı, bu güç zamanlarda, Tanrı’dan sonra en büyük yardımcımızdır.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i

Hukuk Heyeti Temsiliyesi adına

Mustafa Kemal

Aynı günün gecesi şu talimatı bir genelgeyle yayınladım:

Şifre 16.3.1920

Bütün Vali ve Komutanlara

İstanbul’un ve resmi dairelerin, özellikle Meclis-i Meb’usan’ın, İtilaf Devletleri tarafından ve zorla işgal edilmiş olduğunu, ayrıca, bu hareketin, ateşkes anlaşması ile milleti silahsız bıraktıktan sonra yapıldığını dile getirerek, İtilaf Devletleri temsilcilerine, bütün tarafsız devletlerin dışişleri bakanlıklarıyla, İtilaf Devletleri’nin Millet Meclisi Başkanlıklarına protesto telgrafları çekilmek üzere mitingler yapılması gerekli görülmektedir.

Protesto telgraflarında özellikle, yapılan saldırının Osmanlı hakimiyetinden çok, yirmi asırlık bir medeniyet ve insanlığın eseri olan hürriyet, milliyet ve yurtseverlik prensiplerine bir darbe olacağı, Osmanlı milletinin varlık ve bağımsızlığını savunma konusundaki kararlılık ve imanına bu olayın hiçbir etki yapamayacağı, yalnız, medeni milletlerin bu saldırıyı kabul etmekle, büyük bir tarihi sorumluluk altına girmiş olacakları belirtilmelidir.

Tarafsız devletlerin dışişleri bakanlıklarıyla Millet Meclisi Başkanlıklarına çekilecek telgraflar, İstanbul’da ait oldukları makamlara verilmekle birlikte, Antalya’da İtalyan temsilcisi vasıtasıyla da verilmelidir. Protesto telgraflarının birer suretinin de buraya gönderilmesini rica ederiz.

Heyet-i Temsiliye adına

Mustafa Kemal

Şifre 16.3.1920

Albay Refet Bey’e

Son olaylar dolayısıyla, her tarafta yapılan gösteri toplantıları sonunda çekilecek protesto telgraflarının birer suretlerinin de İtilaf Devletleri’nin toplantı halinde bulunan Millet Meclisleri Başkanlıklarına ve tarafsız devletlerin’de Dışişleri Bakanlıklarına gönderilmesini yararlı buluyoruz. Bu konuda Antalya’daki İtalyan temsilcisinin de yardımını sağlamanızı rica ederiz.

Heyet-i Temsiliye adına

Mustafa Kemal


Amerika’ya siyah dizgili kısım yazılmamıştır. Yalnız Amerika’nın kelimesi yazılmıştır.

Millete yayınladığım bildiri

Efendiler, aynı günde millete de şu bildiriyi yayınladım:

Bildiri

Bütün komutanlara, vali ve mutasarrıflara, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerine, Belediye Başkanlıklarına ve Basın Derneğine İtilaf Devletleri’nin şimdiye kadar memleketimizi paylaşmaya yol bulmak için başvurdukları çeşitli tedbirler bilinmektedir. Önce, Ferit Paşa ile anlaşarak ve milleti savunmasız bırakarak yabancı idaresine esir etmek ve memleketin birçok önemli yerlerini galip devletlerin sömürgeleri arasına katmak düşünülmüştü.

Kuva-yı Milliye’nin, bütün bir milletin desteği ile bağımsızlığı savunma konusunda gösterdiği azim ve kararlılık, bu tasavvuru altüst etti. İkincisi, Kuva-yı Milliye’yi aldatmak ve onun müsaadesi ile Doğu’da bir üstünlük sağlama siyaseti gütmek için Heyet-i Temsiliye’ye başvuruldu.

Heyet, milletin bağımsızlığı ve vatanın bütünlüğü garanti edilmedikçe ve özellikle işgal bölgelerinin boşaltılmasına teşebbüs edilmedikçe, herhangi bir görüşmeye yanaşmadı. Üçüncüsü, Kuva-yı Milliye ile işbirliği yapan hükümetlerin çalışmalarına karışmak suretiyle milli birliği sarsmak, haince muhalefetleri teşvik etmek ve cür’etlerini artırmak yolu benimsendi. Ne var ki, milli birliğin yarattığı kuvvet ve dayanışma karşısında bu saldırılar da eridi.

Dördüncüsü, vatanın kaderi ile ilgili kaygı verici kararlar alındığından söz edilerek, kamuoyuna baskı yapılmaya başlandı. Namusunu ve yurdunu savunma uğrunda her fedakarlığı göze almış olan Osmanlı milletinin azim ve iradesi önünde, bu gözdağının da bir yararı olmadı. Nihayet bugün, İstanbul’u zorla işgal etmek suretiyle, Osmanlı Devleti’nin yedi yüz yıllık hayat ve hakimiyetine son verildi.

Yani, bugün Türk milleti, medeni kabiliyetinin, yaşama ve bağımsız kalma hakkının ve bütün bir geleceğinin savunulmasına çağrıldı. İnsanlık dünyasının takdirlerini kazanmak ve İslam dünyasının kurtuluş emellerini gerçekleştirmek, Hilafet makamının yabancı etkilerden kurtarılmasına ve milli bağımsızlığın şanlı geçmişimize yaraşır bir imanla savunulup kazanılmasına bağlıdır. Vatanımızı ve istiklalimizi kurtarmak için giriştiğimiz kutsal mücadelede Tanrı’nın yardım ve koruyuculuğu bizimledir.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi adına

Mustafa Kemal

Efendiler, aynı zamanda bütün İslam dünyasına da seslenilerek, yapılan saldırı, bir bildiride etraflı şekilde anlatılarak çeşitli vasıtalarla ilan edildi.

Efendiler, olay üzerinde fazla bilgi almayı beklemeksizin, telgrafçı, Manastırlı Hamdi Efendi’nin verdiği bilgilerden ve işgal kuvvetlerinin bu bilgileri doğrulayan bildirisinden, durumun içyüzünü anlayarak gerekli bulduğum ve derhal alınmasında zaruret gördüğüm tedbirleri, açıklandığı gibi hemen işgal günü aldım ve uyguladım.

İstanbul’un işgal şekli ve tutuklamalar hakkında çeşitli kaynaklardan biribirini tutmaz abartılmış bilgiler gelmeye başladı. Biz de çeşitli yollarla araştırma ve soruşturmalarımıza devam ettik. Yasama görevinin yerine getirilmesine imkan göremeyerek dağılan milletvekillerinin ve bazı şahısların İstanbul’dan kaçarak Ankara’ya gelmekte oldukları anlaşıldı. Yolculuklarını kolaylaştırmak için, geçecekleri yerlerdeki ilgililere gereken emirleri verdim.

Olağanüstü yetkiler taşıyan bir meclisin Ankara’da toplanması kararı

Efendiler, 16 Martta İstanbul işgal edilir edilmez, hemen aldığım tedbirler arasında, daha birtakımları vardır ki, onları Büyük Millet Meclisi’nin ilk açılışında anlattığım için burada yeniden açıklamadım. Örnek olarak, Eskişehir ve Afyonkarahisar’daki yabancı birliklerin silahlarının alınması veya oradan uzaklaştırılmaları, Geyve ve Ulukışla yakınlarındaki tahribi ve Anadolu’da bulunan yabancı subayların tutuklanması gibi tedbirlerle ilgili ayrıntıları, Büyük Millet Meclisi’nin ilk tutanaklarında okumuşsunuzdur.

Bu tedbirler arasında en önemlisi; olağanüstü yetkiler taşıyan bir meclisin Ankara’da toplanmasını sağlama konusundaki milli ve vatani görevimize ait karar ve bu kararın uygulanmasıdır.
Efendiler, bu konudaki kararımızı ve bu kararın nasıl uygulanacağını gösteren bir bildiriyi, 19 Mart 1920’de, yani İstanbul’un işgalinden üç gün sonra yayınladım.

Efendiler, bu konu üzerinde, iki gün kadar komutanlarla makine başında görüşerek düşüncelerini aldım. Ben ilk yazdığım müsveddede Kurucu Meclis (117) deyimini kullanmıştım. Maksadım da toplanacak meclisin ilk anda rejim i değiştirme yetkisine sahip olmasını sağlamaktı. Fakat bu deyimin kullanılmasındaki maksadı gereğince açıklayamadığım veya açıklamak istemediğim için, halkın alışkın olmadığı bir deyimdir, gerekçesiyle Erzurum ve Sivas’tan uyarıldım. Bunun üzerine olağanüstü yetkiye sahip bir meclis deyimini kullanmakla yetindim.

Valiliklere, Bağımsız Sancaklara ve Kolordu Komutanlarına İtilaf Devletleri tarafından devlet merkezinin bile resmen işgali, devletin yasama, yargı ve yürütmeden ibaret olan milli güçlerini işlemez duruma sokmuş ve bu durum karşısında görev yapmaya imkan bulamadığını hükümete resmen bildirerek. Meclis-i Meb’usan dağılmıştır.

Şu halde devlet merkezinin korunmasını, milletin bağımsızlığını ve devletin kurtarılmasını sağlayacak tedbirleri düşünmek ve uygulamak üzere, millet tarafından olağanüstü yetkiler taşıyan bir meclisin, Ankara’da toplantıya çağrılması ve dağılmış olan milletvekillerinden Ankara’ya gelebileceklerin de bu meclise katılmaları zaruri görülmüştür. Bu bakımdan aşağıda verilen talimat gereğince seçimlerin yapılması, yüksek ve derin vatanseverlik anlayışından beklenir :

1 — Memleket işlerini idare etmek ve denetlemek üzere, Ankara’da olağan üstü yetkilere sahip bir meclis toplanacaktır.

2 — Bu meclise üye olarak seçilecek kimseler, milletvekilleri ile ilgili yasa hükümlerine bağlıdırlar.

3 — Seçimlerde sancaklar esas alınacaktır.

4 — Her sancaktan beş üye seçilecektir.

5 — Seçim her sancakta, o sancağın kendi ilçelerinden çağıracağı ikinci seçmenlerle, sancak merkezinden seçilecek ikinci seçmenlerden, sancak idare ve belediye meclisleriyle Müdafaa-i Hukuk yönetim kurullarından; illerde, il merkez kurullarıyla, il yönetim kurullarından, il merkezindeki belediye meclisinden il merkezi ile merkez ilçesi ve merkeze bağlı ilçelerin ikinci seçmenlerinden oluşturulmuş bir kurul tarafından aynı günde ve aynı oturumda yapılır.

6 — Bu meclis üyeliğine, her parti, zümre ve dernek tarafından aday gösterilmesi mümkün olduğu gibi, her ferdin de bu kutsal mücadeleye fiilen katılması için bağımsız olarak adaylığını istediği yerden koyma hakkı vardır.

7 — Seçimlere her bölgenin en büyük sivil yöneticisi başkanlık edecek ve seçim güvenliğinden sorumlu olacaktır.

8 — Seçim, gizli oyla ve salt çoğunluk esasına göre yapılacak; oylar, kurulun kendi içinden seçeceği iki kişi tarafından ve kurul önünde sayılacaktır.

9 — Seçim sonunda, bütün kurul üyelerinin imzalayacakları veya kendi mühürleri ile mühürleyecekleri üç nüsha tutanak düzenlenecek; bir tanesi yerinde alıkonularak, öteki iki nüshadan biri seçilen şahsa verilecek, diğeri Meclis’e gönderilecektir.

10 — Üyelerin alacakları ödenek daha sonra Meclis’çe kararlaştırılacaktır. Ancak, geliş yollukları seçim kurullarının zaruri masraflar olarak uygun görecekleri miktar üzerinden mahalli idarelerce karşılanacaktır.

11 — Seçimler, en geç on beş gün içinde Ankara’da çoğunlukla toplanmayı sağlayacak şekilde tamamlanarak, üyeler hareket edecek ve sonuç üyelerin adlarıyla birlikte derhal bildirilecektir.

12 — Telgrafın alındığı saat bildirilecektir.

Dağıtım: Kolordu komutanlarına, valiliklere ve bağımsız sancaklara tebliğ edilmiştir.
Heyet-i Temsiliye adına

Mustafa Kemal

Efendiler, bir hafta içinde, çeşitli yerlerden Ankara’ya gelmekte olan milletvekilleriyle, telgrafla haberleşilerek bizzat temasa geçildi. Kendilerine, üzüntülerinin giderilmesine, maneviyatlarının yükseltilmesine yarayacak bilgiler verildi. İstanbul’da artık davamızı yürütecek kimse kalmamıştı.

Aylarca ve çeşitli yol ve yöntemlerle yaptığımız uyarmalara rağmen, bizim dediğimiz şekilde teşkilat kurmayıp Karakol Cemiyeti’nin kurulmasına çalışanların başları Malta’ya gitmiş, İstanbul’daki üyelerinin hayat ve faaliyetlerinden eser kalmamıştı. Orada yeniden teşkilat kurabilmek için çok zahmetli çalışmalara ve o günkü durumumuza göre imkanlarımızın üstünde para harcamaya mecbur oldum.

Saygıdeğer Efendiler, genel konuşmalarım arasında bir iki yerde, benim İstanbul’daki Meclis-i Meb’usan’a başkan seçilmem konusundan ve bundaki maksattan bahsetmiştim. Bunun gerçekleştirilememiş olması dolayısıyla küçük bir güçlükle karşılaştığımı da arz etmiştim.

Gerçekten de, İstanbul’da Meclis saldırıya uğrayıp dağılınca, milletvekillerini toplamak ve özellikle daha önce de açıkladığım üzere bir meclis kurulmasına teşebbüs edebilmek için bir an kararsızlık geçirdim. Meclis-i Meb’usan Başkanı olan Celalettin Arif Bey’in Ankara’ya gelip gelmeyeceğini şüphesiz bilemiyordum. Gelmesi halinde, onun gelişini beklemeyi ve daveti onun vasıtasıyla yaptırmayı düşündüm.

Ne var ki, durum çok acele hareket etmemizi gerektiriyordu. Gerçekleşip gerçekleşmeyeceği bilinmez bir ihtimale bağlanarak vakit kaybetmeyi ihtiyata uygun bulmadım. Fakat vereceğim kararın uygulanmasını sağlamak için de, bir iki gün telgraf başında, bütün komutanların görüşlerini almakla vakit geçirme gereğini duydum. Celalettin Arif Bey’le 27/28 Mart gecesi Düzce’ye varışında bağlantı kurulmuştu. Kendisine şu telgrafı yazdım:

Sayı: 34 Ankara, 27.3.1920

Düzce’de Meclis-i Meb’usan Başkanı Sayın Celalettin Arif Beyefendi’ye

İstanbul’un resmen ve fiili olarak İngilizler tarafından işgaliyle devlet kuvvetlerinin baskı ve esareti altına alınmış, Meclis-i Meb’usan’a saldırılarak milletin istiklal ve namusuna tecavüz edilmiş olması ve bu yüzden milletvekillerinin memleketin kaderi ile ilgili görevlerini yerine getirmeyi başaramayacaklarını anlayarak milletin bağrına sığınmak mecburiyetinde kalmaları dolayısıyla, devlet ve milletin bütün kuvvetlerini hüküm ve denetimi altında bulunduracak olağanüstü bir meclisin toplanmasına şiddetle ihtiyaç duyulmuş olduğundan, Heyet-i Temsiliye’nin, Ankara’da olağanüstü yetkilere sahip bir meclisin toplanmasına karar verdiği ve gereğinin yapılmasının her yere genelge ile bildirildiği yüksek malumlarıdır.

Bu konudaki 19.3.1920 tarihli bildiri metnini inceledikten sonra, içindekileri bir kere daha belirtmek ve seçimlerin en kısa zamanda yapılarak meclisin bir an önce toplanmasını sağlamak için, bu görüşümüzün sizin tarafınızdan da bir bildiri şeklinde kamuoyuna şimdiden duyurulmasını yararlı buluyoruz. Değerli cevabınızı beklemekteyim, efendim.

Mustafa Kemal

Celalettin Arif Bey’in verdiği cevap şudur:

Ankara’da Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne


117) Meclis-i Müessisan.

Celalettin Arif Bey’le görüş ayrılığı

Söz konusu edilen 19.3.1920 tarihli bildiriyi görmedim. Olağanüstü bir meclisin toplanması her ne kadar yerinde ise de, böyle bir meclisin, elden geldiği kadar kanuna dayanması gereklidir.

Gerçi, bizim Anayasa’mızda böyle olağanüstü bir meclisin toplanabilmesi ile ilgili bir işaret yoksa da, başka anayasalarda bulunan hükümlerden yararlanılabilir. Söz gelişi, Fransız anayasasına göre, meclis kanunsuz olarak dağıtılır veya bir saldırıya uğrarsa, saldırıya uğrayan meclis üyelerinden kurtulabilenler, vilayet ve sancak idare meclislerinden seçilecek ikişer üye ile birlikte uygun bir yerde toplanırlar. Meclisin yeniden açılması veya saldırının önlenmesi için kararlar alırlar. Bu meclisin kararları mutlaktır, uyulması zaruridir. Bu kararları dinlemeyenler vatan hainliği ile suçlandırılırlar. Bendeniz de bu yolu düşünmekte idim.

19.3.1920 tarihli bildirinin ne gibi esaslara dayandığı anlaşıldıktan sonra, Ankara’ya varışımda yapacağım görüşmeler sonunda, bir bildiri hazırlamak düşüncesindeyim. Yine görüşürüz. Makine başında yanımda bulunan İsmail Fazıl Paşa ile Saruhan Milletvekili Reşit Bey’le birlikte saygılarımızı sunarak veda ederiz. Arkadaşlarımdan Kırşehir milletvekili Rıza Bey de saygılarını sunuyor ve kendisinin de Bolu’da bulunduğunun Keskin’deki babasına haber verilmesini istirham ediyor, efendim.

Celalettin Arif

Bu cevap telgrafında yazılanlar dikkatle gözden geçirilirse, Celalettin Arif Bey ile görüşlerimiz arasında büyük ayrılık olduğu kolaylıkla farkedilir. Ben, olağanüstü yetkilere sahip bir meclisin Ankara’da toplanmasına karar verirken, bizim Anayasa’mızda böyle bir meclisin toplanmasıyla ilgili bir işaret bulunmadığını elbette bilirdim.

Fakat kararımı verebilmek için böyle bir işaretin var olup olmadığını düşünmek asla hatırıma gelmedi. Bundan başka, saldırıya uğrayan meclis üyelerinden kurtulabilenlerle vilayet ve sancakların idare meclislerinden seçilecek ikişer üyeyle birlikte, Meclis-i Meb’usan’ın yeniden eski şekil ve niteliğinde toplanmasını sağlamak için çalışmayı asla hatırıma getirmedim.

Aksine, büsbütün başka nitelik ve yetkide, sürekli bir meclis kurmayı ve bu meclisle, tasavvur ettiğim inkılap safhalarını birlikte geçirmeyi düşündüm. Buna göre biribirleriyle zıtlaştığına şüphe etmediğim düşüncelerimizin, görüştükten sonra da birleşmesine imkan bulunacağına ümidim kalmadı. Bununla birlikte 19 Mart 1920 tarihli bildirimi telgrafla Celalettin Arif Bey’e verdirdim. Ertesi gün aldığım cevap şuydu:

Düzce, 28.3.1920

Ankara’da Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne

Yüksek Heyet-i Temsiliye’nizin 19.3.1920 tarihli genel bildirisi incelendi. İçindeki maddeler ana hatlarıyla bendenizin düşündüğü esaslara uygundur. Bu bakımdan, bendenizin Ankara’ya gelişinden sonra, görüşülerek ayrıca bir bildirinin yayınlanması tabiidir. Yarın ister istemez Bolu’da kalınarak 29 Mart 1920’de Ankara’ya hareket edileceği saygıyla arz olunur.
Meclis-i Meb’usan Başkanı

Celalettin Arif

Celalettin Arif Bey Meclis-i Meb’usan Başkanlığını bırakmıyor

Celalettin Arif Bey, bildirimizi inceledikten sonra, içindekilerin, düşündüğü esaslara genellikle uygun olduğunu söylemekle birlikte, bu esasları destekler nitelikte bir bildiri yazıp ilan etmiyor. Bunu Ankara’ya geldikten ve görüşmeler yaptıktan sonraya bırakıyor.

Efendiler, Celalettin Arif Bey, Ankara’ya geldikten sonra, kendisiyle ve diğer bazı hukukçularla bu konu üzerinde uzun süren görüşmeler ve tartışmalar yapıldı. Fakat aldanmıyorsam, Celalettin Arif Bey, hiçbir vakit benim Büyük Millet Meclisi’nin nitelik ve yetkisi hakkındaki görüşüme katılmamıştır.

O, daima toplanmış olan heyetin esas görevini, İstanbul Meclis-i Meb’usan’ının toplanmasını sağlamaktan ibaret olarak görmüş ve kendisini de daima İstanbul’daki Meclis-i Meb’usan’ın Başkanı saymıştır. Bu kanaatta yanılmadığımı gösteren ufak bir hatıramı müsaade ederseniz bilginize sunayım.

Ben, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı ve kendisi İkinci Başkan bulunduğu sırada, bir gün, Başkanlık Divanı toplantısında, Celalettin Arif Bey’in, ödenek meselesini açtığını ve kendisinin Meclis-i Meb’usan Başkanı olması dolayısıyla o makama ait ödenek isteğinde bulunduğunu, o tarihte Meclis Genel Sekreteri olarak bulunan Recep Bey anlattı.

Yüksek malumlarınızdır ki, o devirde Meclis Başkanı ve İkinci Başkanı ile diğer başkanlar ve Meclis üyelerinin ödenekleri arasında fark yoktu.

Celalettin Arif Bey, Meclis-i Meb’usan Başkanı sıfatıyla yalnız kendisini ayrı tutarak, fazla ödenek almanın kanuni hakkı olduğundan bahsediyordu. Ben Başkanlık Divanı’nın bu meselenin çözümünde yetkili olmadığını, kendisi bu istek ve iddiada ısrar ederse, konuyu Meclis Genel Kurulu’na sunarak, alınacak karara göre hareket edilebileceğini ileri sürdüm. Celalettin Arif Bey, Meclis önüne çıkmayı uygun bulmayarak isteğinden vazgeçti.

Seçimler sırasında bazı yerlerdeki büyük hükümet memurlarının, çıkardıkları güçlükler

Saygıdeğer Efendiler, 19 Mart 1920 tarihli talimat gereğince, memleketin her tarafında seçimler, sür’atle ve ciddiyetle yapılmaya başlandı.

Yalnız, bazı yerlerde kararsızlık ve direnmeler görüldü. Bunlardan bazıları kısa, bazıları uzunca bir süre bu kararsızlık ve direnmelerinde ısrar ettiler. Ancak sonunda, bütün seçim bölgelerinin milletvekilleri, Büyük Millet Meclisi’nde, bütün milletin ve memleketin temsilcisi olarak hazır bulundular. Kararsızlık ve direnme gösteren bazı yerler şunlardı:

Dersim, Malatya, Elazığ, Konya, Diyarbakır, Trabzon… Efendiler, gerçek durumu belirtmiş olmak için şunu da açıklamalıyım ki, kararsızlık ve direniş gösteren bu seçim bölgelerinin halkı değildir.

Belki o tarihte, o bölgelerde bulunan sivil idare amirleridir. Halk, gerçeği anlar anlamaz, derhal milletin ortak isteğine katılmakta asla kararsızlık göstermemiştir.

Şimdi Efendiler, yeniden inkılabın tabii sonuçlarından sayılan olaylardan bazılarına temas edelim:

Samsun’daki subaylar arasında sözde Padişah taraftarlığı varmış

3′ üncü Kolordu Komutanı Selahattin Bey’den aldığım 29 Mart 1920 tarihli bir şifrede, Samsun’da bulunan 15’inci Tümen’in maneviyatının bozuk olduğundan ve sözde, subaylar arasında Padişah taraftarlığı bulunduğundan söz ediliyordu. Subaylar, Padişah aleyhinde verilecek emirleri yerine getirmeyeceklerini komutanlarına bildirmişler. Baskı yapılırsa, görevlerini terketmeleri ihtimali varmış.

İstanbul’dan gelen yolculardan ve gazetelerden, işgalin ikinci günü, elkonmuş olan binaların hepsinin boşaltıldığı, Salih Paşa’nın yerinde olduğu, Ayan Meclisi’nin görevine devam ettiği ve son cuma selamlığında, Harbiye ve Bahriye Nazırları da hazır bulunarak, gerekli törenin eskiden olduğu gibi yapıldığı anlaşılmış… Şu duruma göre, İstanbul’da bir hükümet varken, bu hükümetin haberi olmadan yapılan işler nedir? diyorlarmış. Subayların bu düşünce ve davranışlarını bildiren 15’inci Tümen Komutanı şu görüşleri ileri sürüyordu:

Burada bir subayı hapsetmenin olağanüstü bir durum yaratması düşünülemez. Ancak, bundan yararlanarak Anadolu üzerine yürümek gibi olaylar meydana gelecektir. İzmir cephesinde Kuva-yı Milliye’ye nasıl hizmet gördürüldüğünü bilemiyorum. Zannederim, bunlar para ile çalıştırılmaktaymış.

Bir savaş çıktığında, bütün halka maaş verilemeyeceği meydanda olduğundan, Kuva-yı Milliye adı altındaki mevcut kuvvetten orada da hiçbir kuvvet kalmayacağına eminim.
Ordu birliklerine gelince, şimdiden firar olayları başlamıştır. Parasızlık böyle devam ettikçe ve İstanbul’da merkezi hükümet bulundukça subaylardan bile şüphe ederim. Bundan başka, 3’üncü Kolordu Komutanı Selahattin Bey, vermiş olduğumuz talimat gereğince, Amasya’ya gelen kontrol memuru Forbes adındaki yüzbaşıyı tutuklamış. Samsun’a bir İngiliz temsilcisi yüzbaşı gelmiş.

Selahattin Bey’e, Yüzbaşı Forbes’in bir dakika bile geçirilmeden Samsun’a gönderilmesini yazmış; aksi takdirde, Selahattin Bey’in sorumlu olacağını ilave etmiş. Bu konudaki düşüncemi soran Selahattin Bey’e, vereceği cevap hakkında şu tavsiyede bulundum: Forbes’i tutuklayan ben değilim; hükümet merkezleri, Ateşkes Anlaşması’na ve insanlığa aykırı olarak işgal edilen millettir. Bu bakımdan serbest bırakılmasını da ancak millet yapabilir. Buna rağmen, bu Forbes memleketten çıkarılmakla yetinilmiş, tutuklanmamıştır.

Bolu Mutasarrıfı Haydar Bey’in 9 Nisan 1920 tarihli kısa bir şifresinden, Adapazarı ile Hendek arasında bulunan ve Çatalköprü denilen yerdeki köprülerle Mudurnu Suyu köprüsünün Kuva-yı Milliye’nin aleyhinde olanlar tarafından tahrip edildiği anlaşıldı.

Bolu ve dolaylarının Komutanı Mahmut Nedim Bey’in, Düzce’den yazdığı 9 Nisan 1920 tarihli şifresinden de, 8 Nisanda Adapazarı’nda Kuva-yı Milliye aleyhine gösteriler yapıldığı, Hendek ile Adapazarı arasında telgraf ve telefon hatlarının kesildiği, Düzce Abazalarından tarafsız kalanların da muhaliflere katılmak üzere hareket ettikleri anlaşıldı. Hendek ile Adapazarı arasında, Mudurnu Suyu üzerindeki büyük köprünün tahribi dolayısıyla ulaşımın kesilmiş olduğu da anlaşılıyordu. Bu bilgiler üzerine, Gevye’de bulunan 24′ üncü Tümen Komutanı Mahmut Bey’in dikkati çekildi.

Nevşehir’de de, Nevşehir Kaymakamı Nedim Bey’in başkanlığında Teali-i İslam Cemiyeti’nin bir şubesi kurulmuş. Verilen raporda, cemiyetin en bozguncu üyelerinden sekiz kişinin Niğde’ye gönderildiği bildiriliyordu. Bu cemiyetin üyeleri, Padişah’tan başka hiçbir kuvvet tanımayız. Kuva-yı Milliye’yi dağıtmak için mal ve can bakımından bütün kuvvetlerimizi feda etmeye yemin ettik diyorlarmış. Her gece toplantı yapıyorlarmış. İleri gelenleri, Niğde’deki Tümen Komutanı’nın gönderdiği bir müfreze ile tutuklanmış.

Türkiye Büyük Millet Meclisi toplanıyor

Efendiler, bu türlü olaylara bundan sonra daha geniş çapta rastlayacağız. Büyük Millet Meclisi’nin toplanmasını ve açılmasını sağlamaya çalıştığımız günlerde, bizi en çok uğraştıran, Düzce, Hendek, Gerede gibi Bolu bölgesindeki yerlerden başlayıp, Nallıhan, Beypazarı üzerlerinden Ankara’ya yaklaşacak kadar genişleyen gericilik ve isyan dalgaları olmuştur.

Ben bir taraftan bu dalgaların durdurulmasına çalışırken, bir taraftan da Ankara’da toplanmakta olan ve genel durumu daha iyice bilmeyen milletvekillerini dehşete düşürecek olaylar karşısında bırakmamak ve böyle durumların ortaya çıkmasıyla Meclis’in toplanamaması gibi uğursuz ihtimalleri önlemek çarelerini, düşünüyordum.

Bunun için Meclis’in açılmasında acele ediyordum. Nihayet, gelebilmiş olan milletvekilleriyle yetinerek, Meclis’in, Nisanın 23’üncü Cuma günü açılmasına karar verdik. Bu karar üzerine, 21 Nisan 1920 tarihinde bütün memlekete yaptığım tebligat metnini, o günün duygu ve düşüncelerine ne kadar uymak zorunda kalındığını gösteren bir belge olmak bakımından aynen bilgilerinize sunmayı yerinde buluyorum.

Telgraf: çok ivedi

Ankara’ya acele yazı Ankara, 21.4.1920

gönderilmesi

Kolordulara (14’üncü Kolordu Komutan Vekilliğine), 61’inci Tümen Komutanlığına,
Refet Beyefendiye, Bütün Valiliklere, Bağımsız Sancaklara, Müdafaa-i

Hukuk Merkez Heyetlerine, Belediye Başkanlıklarına

1 — Tanrının lutfuyla Nisanın 23’üncü Cuma günü, cuma namazından sonra, Ankara’da Büyük Millet Meclisi açılacaktır.

2 — Vatanın istiklali, yüce Hilafet ve Saltanat makamının kurtarılması gibi en önemli ve hayati görevleri yapacak olan Büyük Millet Meclisi’nin açılış gününü cumaya rastlatmakla, o günün kutsallığından yararlanılacak ve bütün sayın milletvekilleriyle Hacı Bayram Veli Cami-i Şerifinde cuma namazı kılınarak Kur’an’ın ve namazın nurlarından da feyz alınacaktır. Namazdan sonra, Sakal-ı Şerif (118) ve Sancak-ı Şerif (119) alınarak Meclisin toplanacağı yere gidilecektir.

 Meclise girmeden önce bir dua okunarak kurbanlar kesilecektir. Bu merasimde Cami-i Şeriften başlayarak Meclis binasına kadar Kolordu Komutanlığı’nca askeri birliklerle özel tören düzeni alınacaktır.

3 — Açılış gününün kutsallığını belirtmek için bu günden başlayarak vilayet merkezinde, Vali Beyefendi Hazretlerinin düzenleyeceği şekilde, hatim indirilmeye ve Buhari-i Şerif (120) okunmaya başlanacak ve Hatm-i Şerifin son kısımları uğur getirsin diye cuma günü namazdan sonra Meclis’in toplanacağı yerin önünde tamamlanacaktır.

4 — Kutsal ve yaralı vatanımızın her köşesinde bu günden itibaren aynı şekilde Hatm-i Şerifler indirilmesine ve Buhari-i Şerif okunmasına başlanarak, cuma günü ezandan önce minarelerde sala verilecek, hutbe okunurken, Halifemiz, Padişahımız Efendimiz Hazretleri’nin mübarek adları anılırken, Padişah Efendimiz’in yüce varlıklarının, şanlı ülkesinin ve bütün tebaasının bir an önce kurtulmaları ve saadete kavuşmaları için ayrıca dua okunacak ve cuma namazının kılınmasından sonra da hatim tamamlanarak yüce Hilafet ve Saltanat makamı ile bütün vatan topraklarının kurtuluşu için girişilen Milli

Mücadele’nin önemini ve kutsallığını, milletin her bir ferdinin, kendi vekillerinden meydana gelmiş olan bu Büyük Millet

Meclisi’nin vereceği vatani görevleri yapmaya mecbur olduğunu anlatan vaazlar verilecektir. Daha sonra, Halife ve

Padişah’ımızın, din ve devletimizin, vatan ve milletimizin kurtuluşu, selameti ve istiklali için dua edilecektir. Bu dini ve vatani merasim yapıldıktan ve camilerden çıkıldıktan sonra, Osmanlı vilayetlerinin her tarafında, hükümet konağına gelinerek

Meclis’in açılmasından dolayı resmi tebrikler yapılacaktır. Her tarafta cuma namazından önce uygun şekilde Mevlid-i Şerif okunacaktır.

5 — Bu tebliğin hemen yayınlanarak her tarafa ulaştırılabilmesi için her vasıtaya başvurulacak, sür’atle en ücra köylere, en küçük askeri birliklere, memleketin bütün teşkilat ve kuruluşlarına ulaştırılması sağlanacaktır. Ayrıca, büyük levhalar halinde her tarafa asılacak ve mümkün olan yerlerde bastırılıp çoğaltılarak parasız dağıtılacaktır.

6 — Yüce Tanrı’dan tam bir başarıya ulaştırması niyaz olunur.

Heyet-i Temsiliye adına

Mustafa Kemal

22 Nisan 1920 tarihinde de şu küçük tebliği yayınladım:

Telgraf

Dakika geciktirilmeyecektir. 22.4.1920

Bütün Valiliklerle, Müstakil Sancaklara, Kolordulara, Nazilli’de Albay Refet Beyefendi’ye, Bursa’da 20’nci Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa Hazretleri’ne, Bursa’da 56’ıncı Tümen Komutanı Albay Bekir Sami Beyefendiye, Balıkesir’de 61’inci Tümen Komutanı Albay Kazım Beyefendi’ye

Tanrı’nın lutfuyla Nisanın 23’üncü Cuma günü Büyük Millet Meclisi açılarak çalışmaya başlayacağından, o günden itibaren askeri ve sivil bütün makamlarla bütün milletin tek merciinin Büyük Millet Meclisi olacağı bilgilerinize sunulur.

Heyet-i Temsiliye adına

Mustafa Kemal

Saygıdeğer Efendiler,

Şimdiye kadar bilginize sunmuş olduğum hususlar, şahsım ve Heyet-i Temsiliye adına üzerinde durduğum olayların açıklanmasıyla ilgiliydi. Bundan sonra söyleyeceklerim, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışından ve hükümetin kuruluşundan bugüne kadar meydana gelmiş olan olayları ve değişiklikleri içine alacaktır.

Burada söyleyeceklerim, aslında herkes tarafından açıkça bilinen veya kolaylıkla bilinmesi mümkün olan olayların safhaları ile ilgilidir. Gerçekte, Meclis tutanaklarında, Bakanlıkların dosyalarında, basın koleksiyonlarında bu olay ve hadiselerin belgeleri kayıtlı ve saklı bulunmaktadır.

Bu bakımdan ben, bütün bu olayların genel akışını işaret ve tespit etmekle yetineceğim. Maksadım, inkılabımızın incelenmesinde tarihe yardımcı olmaktır. Bütün bu olay ve hadiselerin akışında, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükümeti’nin Başkanı, Başkomutan ve Cumhurbaşkanı sıfatlarını taşımış olmaktan çok, teşkilatımızın genel başkanı olarak kendimi bu görevi yerine getirmeye mecbur sayarım.


118) Lihye-i Saadet: Sakal-ı Şerif, Hazret-i Muhammed’in sakallarının kırpıntısından toplanıp muhafaza edilen kıl.

119) Kutsal sancak.

120) Buharalı ünlü hadis bilgininin, Hazreti Muhammed’in sözlerini içine alan hadis kitabı.

Türk milletinin takip etmesi gereken siyasi ilke: Milli siyaset

Efendiler, Meclis’in açıldığı ilk günlerde, Meclis’e, içinde bulunduğumuz durum ve şartları açıklayarak, takip edilmesini ve uygulanmasını yerinde bulduğum görüşlerimi arz ettim. Bu görüşlerin başlıcası, Türkiye’nin, Türk milletinin takip etmesi gereken siyasi ilke ile ilgiliydi.

Bilindiği gibi, Osmanlılar zamanında, çeşitli siyasi ilkeler takip edilmiş ve edilmekteydi. Ben, bu siyasi ilkelerin hiçbirinin, yeni Türkiye’nin siyasi şekillenmesinde ilke olarak kabul edilemeyeceğine inanmıştım. Bunu Meclis’e anlatmaya çalıştım. Bu nokta üzerinde daha sonra da çalışmaya devam edilmiştir. Bu hususla ilgili olarak, öteden beri söylediklerimin ana noktalarını, burada hep birlikte hatırlamayı yararlı bulurum.

Efendiler, bilirsiniz ki, hayat demek, mücadele ve müsademe (121) demektir. Hayatta başarı kazanmak, mutlaka mücadelede başarı kazanmaya bağlıdır. Bu da maddi ve manevi güç ve kudrete dayanır bir husustur.

Bir de, insanların uğraştığı bütün meseleler, karşılaştığı bütün tehlikeler, elde ettiği başarılar, toplumca yapılan genel bir mücadelenin dalgaları içinden doğagelmistir. Doğulu kavimlerin Batılı kavimlere taarruz ve hücumu tarihin bellibaşlı bir safhasıdır. Doğu milletleri arasında, Türklerin başta geldiği ve en güçlüsü olduğu bilinmektedir.

Gerçekten de Türkler, İslamlıktan önce ve İslamlıktan sonra Avrupa içerisine girmişler, saldırılar, istilalar yapmışlardır. Batı’ya saldıran ve İspanya’yı zaptederek Fransa sınırlarına kadar uzanan Araplar da vardır. Fakat Efendiler, her saldırıya, daima bir karşı saldırı düşünmek gerekir. Karşı saldırı ihtimalini düşünmeden ve ona karşı güvenilir bir tedbir bulmadan saldırıya geçenlerin sonu, yenilmek, bozguna uğramak ve yok olmaktır.

Batı’nın Araplara yaptığı karşı saldırı, Endülüs’te acı ve ibret alınmaya değer bir tarihi felaketle başladı. Fakat orada bitmedi. Kovalama Kuzey Afrika’ya kadar sürüp gitti.

Attila’nın Fransa ve Batı-Roma topraklarına kadar yayılmış olan imparatorluğunu hatırladıktan sonra, bakışlarımızı, Selçuklu Devleti’nin yıkıntıları üzerinde kurulmuş olan Osmanlı Devleti’nin, İstanbul’da Doğu Roma İmparatorluğu’nun taç ve tahtına sahip olduğu devirlere çevirelim. Osmanlı hükümdarları arasında Almanya’yı, Batı Roma’yı zaptederek çok büyük bir imparatorluk kurma teşebbüsünde bulunmuş olanı vardı.

Yine, bu hükümdarlardan biri, bütün İslam dünyasını bir merkeze bağlayarak yönetmeyi düşündü. Bu amaçla Suriye’yi ve Mısır’ı zaptetti. Halife ünvanını takındı. Diğer bir sultan da hem Avrupa’yı zaptetmek, hem de İslam dünyasını hüküm ve idaresi altına almak gayesini güttü. Batı’nın sürekli karşı saldırısı, İslam dünyasının hoşnutsuzluk ve isyanı ve bu şekilde bütün dünyayı ele geçirme tasavvur ve emellerinin aynı sınırlar içine aldığı çeşitli unsurların uyuşmazlıkları, sonunda, benzerleri gibi, Osmanlı İmparatorluğu’nu da tarihin sinesine gömdü.

Efendiler, dış siyasetin en çok ilgili bulunduğu ve dayandığı temel, devletin iç teşkilatıdır. Dış siyasetin iç teşkilatla uyarlı olması gerekir. Batı’da ve Doğu’da, başka başka karaktere, kültüre ve ülküye sahip biribirinden farklı unsurları tek sınır içinde toplayan bir devletin iç teşkilatı, elbette temelsiz ve çürük olur. O halde, dış siyaseti de köklü ve sağlam olamaz.

Böyle bir devletin iç teşkilatı özellikle milli olmaktan uzak olduğu gibi, siyasi ilkesi de milli olamaz. Buna göre, Osmanlı Devleti’nin siyaseti milli değil, belirsiz, bulanık ve kararsızdı.

Çeşitli milletleri, ortak ve genel bir ad altında toplamak ve bu çeşitli unsurlardan oluşan kitleleri eşit haklar ve şartlar altında bulundurarak güçlü bir devlet kurmak, parlak ve çekici bir siyasi görüştür.

Fakat aldatıcıdır. Hatta, hiçbir sınır tanımayarak, dünyadaki bütün Türkleri bile bir devlet halinde birleştirmek, varılması imkansız bir hedeftir. Bu, yüzyılların ve yüzyıllarca yaşamakta olan insanların çok acı, çok kanlı olaylarla meydana koyduğu bir gerçektir.

Panislamizm (122) ve Panturanizm (123) siyasetinin başarıya ulaştığına ve dünyayı uygulama alanı yapabildiğine tarihte tesadüf edilememektedir. Irk ayrılığı gözetmeksizin, bütün insanlığı içine alan tek bir dünya devleti kurma hırslarının sonuçları da tarihe yazılmıştır. İstilacı (124) olmak hevesleri konumuzun dışındadır. İnsanlara her türlü şahsi duygu ve bağlılıklarını unutturup, onları tam bir kardeşlik ve eşitlik içinde birleştirerek, insancı bir devlet kurma teorisinin de kendine göre şartları vardır.

Bizim, kendisinde açıklık ve uygulama imkanı gördüğümüz siyasi ilke, milli siyasettir. Dünyanın bugünkü genel şartları, yüzyılların dimağlarda ve karakterlerde yerleştirdiği gerçekler karşısında hayalci olmak kadar büyük yanılgı olamaz. Tarihin ifadesi budur, ilmin, aklın, mantığın ifadesi böyledir.

Milletimizin, güçlü, mutlu ve istikrarlı yaşayabilmesi için, devletin bütünüyle milli bir siyaset izlemesi, bu siyasetin iç teşkilatımıza tam olarak uyması ve ona dayanması gerekir.
Milli siyaset dediğim zaman kastettiğim anlam ve öz şudur: Milli sınırlarımız içinde, her şeyden önce kendi kuvvetimize dayanmakla varlığımızı koruyarak, millet ve memleketin gerçek saadet ve refahına çalışmak… Genellikle milleti uzun emeller peşinde yorarak zarara sokmamak… Medeni dünyadan, medeni, insani ve karşılıklı dostluk beklemektir.


121) Mücadele ve müsademe: uğraşma ve kavga.

122) İslamcılık: Müslüman milletleri tek elden yönetme ideali.

123) Turancılık.

124) Bir ülkeyi kuvvet kullanarak ele geçiren ve yayılan.

Hükümetin kurulması

Efendiler, Meclis’e teklif ettiğim önemli bir husus da hükümetin kurulması konusuydu. Bu meselenin ve bununla ilgili bir teklifte bulunmanın, o devir için ne kadar nazik olduğunu takdir buyurursunuz.

Gerçek, Osmanlı saltanatının ve hilafetin yıkılmış ve ortadan kalkmış olduğunu düşünerek yeni temellere dayanan, yeni bir devlet kurmaktan ibaretti. Fakat durumu olduğu gibi dile getirmek, amacın büsbütün kaybedilmesine yol açabilirdi. Çünkü, halkın düşünce ve eğilimleri, daha Padişah ve Halife’nin mazur durumda bulunduğu yolundaydı. Hatta. Meclis’te, ilk anda, hilafet ve saltanat makamıyla temas kurmak ve İstanbul Hükümeti’yle uzlaşma aramak akımı başgöstermişti.

İstanbul’daki şartların, Halife ve Padişah ile ne açıkça ne de özel ve gizli olarak görüşmeye elverişli olmadığını açıklamaya çalıştım. Böyle bir temasla ne anlamak istediğimizi sordum.

Eğer milletin, bağımsızlığını kazanmak ve vatanın bütünlüğünü sağlamak için çalışmakta olduğunu haber vermek için ise, buna gerek yoktur. Çünkü, Padişah ve Halife olan zatın da bundan başka bir şey düşünmesine ve istemesine imkan var mıdır? Bunun aksini ağzından işitsem inanmam; mutlaka zorlama ve baskı altında söyletildiğini kabul ederim dedim.

Aleyhimizde çıkarılmış olan fetvanın uydurma olduğunu, İstanbul Hükümeti’nin emir ve bildirilerinin yoruma muhtaç bulunduğunu söyleyerek, bazı zayıf kalpli ve kıt düşünceli kimselerin göstermek istedikleri ihtiyatı gerekli bulmadığımızı belirttim.

Milli hakimiyet temeline dayanan halk hükümeti: Cumhuriyet

Şunu arz etmek istiyorum ki, hükümetin kurulması ile ilgili bir teklif ileri sürmeden önce, duygu ve düşünceleri gözönünde bulundurmak zarureti vardı. Bu zarurete uymakla birlikte, asıl maksadı saklı tutan teklifimi bir önerge halinde sundum. Kısa bir tartışma ile ve bazı itirazlara rağmen kabul edildi.

Bu önergeyi bugün gözden geçirecek olursak, orada esaslı ilkelerin tespit ve ifade edilmiş olduğunu görürüz.

Müsaade buyurursanız, bu ilkeleri burada birer birer belirterek sayacağım:

1 — Hükümetin kurulması zaruridir.

2 — Geçici olarak bir hükümet başkanı seçmek veya Padişah’a bir vekil tanımak mümkün değildir.

3 — Meclis’te yoğunlaşan milli iradenin, doğrudan doğruya vatanın mukadderatına el koymuş olduğunu kabul etmek temel ilkedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin üstünde bir kuvvet yoktur.

4 — Türkiye Büyük Millet Meclisi yasama ve yürütme yetkilerini kendisinde toplar.

Meclis’ten seçilecek ve vekil olarak görevlendirilecek bir heyet, hükümet işlerine bakar. Meclis başkanı, bu heyetin de başkanıdır.

Not: Padişah ve halife, baskı ve zorlamadan kurtulduğu zaman, Meclis’in düzenleyeceği kanuni esaslar çerçevesinde durumunu alır.

Efendiler, bu ilkelere dayanan bir hükümetin niteliği kolaylıkla anlaşılabilir. Böyle bir hükümet, milli hakimiyet temeline dayanan halk hükümetidir. Cumhuriyet’tir.

Böyle bir hükümetin kurulmasında ana ilke, kuvvetler birliği teorisidir. Zaman geçtikçe bu ilkelerin taşıdığı kavramlar anlaşılmaya başladı. İşte o zaman tartışmalar ve olaylar biribirini kovaladı.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, başkanlığına beni seçti

Saygıdeğer Efendiler, açık ve gizli oturumlarda, bir iki gün süren konuşma ve açıklamalardan ve işaret ettiğim ilkeleri içine alan teklifi yaptıktan sonra, yüce Meclis beni başkanlığa seçmekle bana karşı genel güvenini gösterdi.

Burada ufak bir noktayı da açıklamalıyım:

Hatırlarsınız ki, oluşmaya başlayan milli birliği, milletin coşmasına ve uyanmasına bağlamaktan çok, şahsi teşebbüs eseri sayıyorlardı. Bu arada benim teşebbüslerde bulunmamın engellenmesini önemli görüyorlardı… Beni millete ve hükümete reddettirmekten ve lanetletmekten yarar umuyorlardı.

Yapılan propaganda da: Ben reddedildiğim ve lanetlendiğim takdirde, millet ve devlet aleyhinde hiçbir harekette bulunulmayacak… Bütün kötülüklerin sebebi benim şahsımdır. Bir adam için, bir milletin pek çok tehlikeleri göze alması akla sığmaz şeklindeydi. Hükümet ve düşmanlar, benim şahsımı, millete karşı bir silah gibi kullanıyordu.

Bu sebeple, 24 Nisan 1920 günü, gizli bir oturumda, Meclis’e bu durumu açıkladım. Başkanlık seçiminde, bunun da bir sakınca olarak dikkate alınmasını ve yalnız millet ve memleketin selameti düşünülerek oy ve kararlarının isabetle verilmesini rica ettim.

Bakanlar Kurulunun kurulması

Efendiler, Büyük Millet Meclisi, Bakanlar’ın (125) seçimi ile ilgili 2 Mayıs 1920 tarihli kanunla, Genelkurmay işlerini de yürütmek üzere, Büyük Millet Meclisi’nde 11 bakanlı bir Bakanlar Kurulu (126) meydana getirdi.

Görülüyor ki, Meclis’in açılış tarihi olan 23 Nisandan beri bir hafta kadar zaman geçmiş bulunuyor. Bu süre içinde memleket ve millet işleri ve özellikle yıkıcı akım ve faaliyetlere karşı tedbir alma hususu elbette bir an bile gecikemezdi ve gecikmemiştir. Yalnız, Bakanlar Kurulu’nun seçimi ile ilgili kanun çıktığı zaman, Meclis’çe bakanlığa seçilen kimselerden bazıları, daha önce fiili olarak göreve başlamışlar ve bana yardım ediyorlardı. Bu arada İsmet Paşa Hazretleri de Genelkurmay işlerini üstlenmiş bulunuyordu.

Efendiler, bu münasebetle bir noktayı belirtmeyi gerekli buluyorum: O günlerde, mevcut arkadaşların hangi işlerde görevlendirileceklerinin uygun olacağı düşünülürken, Genelkurmay Başkanlığı için İsmet Paşa’yı tercih etmiştim.

Ankara’da bulunan Refet Paşa, beni özel olarak görerek bilgi vermemi istedi. Anlamak istediği, Genelkurmay Başkanlığı’nın en yüksek askeri makam olup olmadığı noktasıydı.

Benden, söz konusu makamın en yüksek askeri makam olduğu ve ondan daha yüksek makamın Millet Meclisi olacağı cevabını alınca, buna itiraz etti. İsmet Paşa’nın, başkomutanlık demek olan bu durumuna razı olamayacağını söyledi. Görevin çok önemli ve nazik olduğunu, benim bütün arkadaşlar hakkındaki bilgi ve tarafsızlığıma güvenmenin uygun olacağını söyledim. Kendisinin böyle bir iddiada bulunmasının yakışık almadığını da ilave ettim.

Efendiler, daha sonra Batı Cephesi Karargahı’nda görüştüğüm Fuat Paşa da, İsmet Paşa’nın Genelkurmay Başkanlığı’na kesinlikle karşı çıktı. Fuat Paşa’yı da, duruma en uygun olan çözüm yolunun kabulündeki zarurete inandırmaya çalıştım.

Refet ve Fuat Paşa’ların kendilerine has bazı düşüncelerine ilave ettikleri itiraz şuydu: Kendileri daha önce Anadolu’da benimle birlikte çalışmışlar. Fakat İsmet Paşa sonradan katılmış. Oysa, bundan önceki konuşmalarımda, sırası ve yeri geldiği için arz etmiştim ki, İsmet Paşa, benim İstanbul’dan ayrılmamdan önce benimle işbirliği yapmıştı.

Daha sonra Anadolu’ya gelmiş ve birlikte çalışmıştık. Fakat Fevzi Paşa Hazretleri’nin Harbiye Nazırlığı’na gelmesi üzerine bazı önemli düşüncelerle ve özel görevle tekrar İstanbul’a gönderilmişti. Bu bakımdan düşünce ve işbirliğinde kıdem söz konusu olamazdı.

Genelkurmay işlerinin ilk defa İsmet Paşa’ya verilmesinde isabetsizlik olsaydı, bu konuda Fevzi Paşa Hazretleri’nin de beni uyarmaları bir vatan görevi olurdu. Oysa, Paşa Hazretleri, aksine bu görevlendirmeyi pek yerinde bulmuş ve kendileri, teklif edilen Milli Savunma Bakanlığı’nı çok samimi bir duyguyla derhal kabul buyurmuştur.

İsmet Paşa’nın, gerek Genelkurmay Başkanlığı’nda gerek daha sonraki Cephe Komutanlığı’nda gösterdiği liyakat ve üstün gayret, kendisine görev vermekte doğru hareket ettiğimi fiili olarak ispat etmiş bulunduğu için, millete karşı, orduya karşı ve tarihe karşı tam bir iç huzuru içindeyim.


 125) İcra Vekilleri.

126) İcra Vekilleri Heyeti.

Hıyanet-i Vataniye Kanunu ve İstiklal Mahkemeleri kurulması

Efendiler, Meclis, 29 Nisan 1920 tarihinde Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nu (127) ve sonraki aylarda İstiklal Mahkemeleri Kanunları’nı da çıkarmakla, inkılabın tabii gereklerini yerine getirmiş oldu.

Efendiler, İstanbul’un işgalinden sonra başlayan birtakım yıkıcı akımlara, olaylara, isyanlara dokunmuştuk. Bunlar hızla memleketin her tarafından biribiri ardınca ortaya çıktı ve sürüp gitti.

İstanbul’da Damat Ferit Paşa, derhal yeniden iktidar mevkiine getirildi. Damat Ferit Paşa Kabinesi, İstanbul’daki bütün yıkıcı ve hain kuruluşların meydana getirdiği blok, bu blokun Anadolu içindeki bütün isyan teşkilatı, bütün düşmanlar ve Yunan ordusu elbirliği ile aleyhimizde faaliyete geçtiler.

Bu ortak saldırı politikasının talimatı da, Padişah ve Halife’nin, düşman uçakları da dahil olduğu halde, her türlü vasıtayla memlekete yağdırdığı Padişah’a karşı ayaklanma (128) fetvasıydı.

Bu genel, çeşitli ve haince saldırılara karşı, biz de, daha Meclis açılmadan önce, Afyonkarahisarı’nda, Eskişehir’de ve bütün demiryolu boyunda bulunan düşman birliklerini Anadolu’dan çıkarmak, Geyve, Lefke (129), Carablus (130) köprülerini yıkmak ve Meclis toplanır toplanmaz Anadolu ulemasının fetvasını almak suretiyle karşı tedbirlere giriştik.


 127) Vatan Hainliği Kanunu’nu.

128) Huruc ale’s-sultan.

129) Bugünkü Bilecik’e bağlı Osmaneli ilçesi.

130) Bugünkü Urfa ilinin Birecik ilçesine bağlı Barak bucağı.

İç isyanlar

Efendiler, 1919 yılı içinde, milli teşebbüslerimize karşı başlayan iç isyanlar, sür’atle memleketin her tarafına yayıldı.

Bandırma, Gönen, Susurluk, Kirmastı, Karacabey, Biga ve dolaylarında; İzmit, Adapazarı, Düzce, Hendek, Bolu, Gerede,

Nallıhan, Beypazarı dolaylarında; Bozkır’da; Konya, Ilgın, Kadınhan, Karaman, Çivril, Seydişehir, Beyşehir, Koçhisar dolaylarında; Yozgat, Yenihan, Boğazlıyan, Zile, Erbaa, Çorum dolaylarında; İmranlı, Refahiye, Zara, Hafik ve Viranşehir dolaylarında alevlenen karışıklık ateşleri, bütün memleketi yakıyor, hainlik, cehalet, kin ve bağnazlık dumanları bütün vatan göklerini yoğun karanlıklar içinde bırakıyordu. İsyan dalgaları, Ankara’da karargahımızın duvarlarına kadar çarptı.

Karargahımızla şehir arasındaki telefon ve telgraf hatlarını kesmeye kadar varan kudurmuşçasına kasıtlar karşısında kaldık.

Batı Anadolu’nun, İzmir’den sonra, yeniden önemli bölgeleri de, Yunan ordusunun taarruzlarıyla çiğnenmeye başlandı.

Dikkatle üzerinde durulmaya değer bir husustur ki, sekiz ay önce, millet, Heyet-i Temsiliye etrafında toplanarak, Damat Ferit Hükümeti ile ilişki ve haberleşmelerini kesmiş iken, Ali Galip’in teşebbüsü gibi tek tük olaylardan başka, böyle genel bir ayaklanma olmamıştı. Bu seferki yaygın ve genel ayaklanmalar, sekiz ay zarfında, memleket içinde çok hazırlık yapıldığını gösteriyordu. Damat Ferit Hükümeti’nden sonraki hükümetlerle, milli şuurun korunması ve güçlendirilmesi için yaptığımız mücadelelerin ne kadar haklı sebeplere dayandığı, acı bir şekilde bir daha anlaşılmış oluyordu.

Milli Mücadele’ye kuvvet vermek için cephelerle ve ordu ile ilgilenme bakımından İstanbul’daki hükümetlerin gösterdiği başka türlü ihtimallerin acı sonuçları da ayrıca görülecektir.

Anzavur ve Düzce isyanları

Efendiler, önce, iç isyanlar hakkında açık bir fikir verebilmek için, müsaade buyurursanız, bu isyan olaylarına yeri geldikçe dokunmak üzere, anlatılan safhaları özet olarak arz edeyim:

21 Eylül 1919 tarihinde, Balıkesir’in kuzey bölgesinde başlayan birinci Anzavur isyanı, 16 Şubat 1920’de yine aynı bölgede ikinci defa başgösterdi.

Bu iki isyan, askeri birliklerimiz ve milli müfrezelerimizle bastırıldı. 13 Nisan 1920 tarihlerinde Bolu, Düzce dolaylarında da isyan çıktı. Bu isyan, 19 Nisan 1920 tarihinde Beypazarı’na kadar yayıldı.

Bu sırada Anzavur, 11 Mayıs 1920’de top ve makineli tüfeklerle donatılmış beş yüz kişilik bir kuvvetle, üçüncü defa olarak Adapazarı ve Geyve dolaylarında, zayıf bir milli müfrezemize saldırmak suretiyle yine ortaya çıktı. Anzavur, gönderdiğimiz milli müfrezelerimize, düzenli ordu birliklerimize durmadan saldırdı. 20 Mayıs 1920 tarihinde, Geyve Boğazı yakınlarında yenildi ve kaçmak zorunda kaldı.

Düzce dolaylarındaki isyan olayı önemliydi. Abaza ve Çerkezlerden meydana gelen dört bin kişilik büyük bir kalabalık, Düzce’yi basarak hapishaneleri boşalttılar ve çarpışma ile oradaki süvari müfrezemizin silahlarını aldılar. Hükümet memurlarını ve subayları hapsettiler.

Her taraftan, asiler üzerine kuvvet gönderdik. Bu arada, Geyve’de bulunan 24’üncü Tümen de, Komutanı Yarbay Mahmut Bey başta olduğu halde, Düzce’ye hareket etti. Mahmut Bey, Meclis’in açıldığı gün, yani 23 Nisan 1920’de, Hendek’ten Düzce’ye geçerken,
Hendek de isyan etti. Adapazarı da asiler tarafından elde edildi. Mahmut Bey, 25 Nisan 1920’de, Hendek-Düzce yolu üzerinde asiler tarafından aldatılarak pusuya düşürülmüş ve ilk ateşte şehit edilmiştir. Kurmay Başkanı Sami Bey, yaveri ve daha birkaç subay da aynı zamanda şehit düştüler. Bunun üzerine, 24’üncü Tümen muharebe edemeden asiler tarafından tamamiyle esir edildi. Bütün tüfekleri, topları alındı. Ağırlıkları yağma edildi. Bu sırada İzmit Mutasarrıfı Çerkez İbrahim, İstanbul’dan Adapazarı’na geldi. Halka Padişah’ın selamını bildirdi ve yüz elli lira maaşla gönüllü toplamaya başladı. Toplanan asi kuvvetler bütün o yöreye hakim olduktan sonra, Geyve Boğazı’ndaki kuvvetlerimize taarruza başladılar.

Bizim, bu isyan alanına gönderdiğimiz kuvvetler şunlardı:

1 — Salihli ve Balıkesir Kuva-yı Milliye’sinin oluşturduğu Çerkez Ethem Bey müfrezesi;

2 — İki tabur düzenli ordu birliği, dört dağ topu, beş makineli tüfek ve üç yüz efe süvarisinden kurulmuş Binbaşı Nazım Bey müfrezesi;

3 — İki tabur piyade, sekiz makineli tüfek, iki sahra ve iki dağ topundan kurulu, Yarbay Arif Bey müfrezesi;

4 — Üç yüz kişilik milli kuvvet ve iki makineli tüfek ve iki havan topundan ibaret Binbaşı İbrahim Bey (Çolak) müfrezesi.

Komutan olarak da Ali Fuat Paşa, Geyve Boğazı yakınlarından Adapazarı’na uzanan kesimde, Refet Paşa da Ankara’dan Beypazarı yoluyla Bolu’ya uzanan kesimde görevlendirildiler.

Hilafet Ordusu

Efendiler, İzmit’te de Süleyman Şefik Paşa komutasında, Hilafet Ordusu adını taşıyan bir hain kuvvet yığınak yapıyordu. Bunun bir kısım kuvveti de, Bolu yakınlarında Kurmay Binbaşı Hayri Bey komutasında asileri desteklemişti. Bu kuvvetle birlikte İstanbul’dan gönderilmiş birçok subay da vardı.

Hilafet Ordusu’nun, Süleyman Şefik Paşa’dan sonra, bellibaşlı komutanları, Süvari Tümgenerali Suphi Paşa ve Topçu Yarbaylarından Senai Bey’di. İstanbul’da da özel olarak kurulmuş bir kurmay heyeti vardı. Bu heyetin başlıca komutanları da, Kurmay Albay Refik ve Kurmay Yarbay Hayrettin Bey’lerdi.

Suphi Paşa ile ilgili küçük bir hatıramı anlatayım: Suphi Paşa’yı Selanik’ten tanırdım. Ben yüzbaşı (kolağası) iken, o daha o zaman tümgeneral ve süvari tümeni komutanı idi. Aradaki rütbe farkına rağmen, çok yakın arkadaşlığımız vardı. Meşrutiyet’in ilanında, ilk defa İştip dolaylarında Cumalı adında bir yerde süvari manevraları yaptırmıştı. Diğer bazı kurmaylar arasında beni de tatbikat ve manevrada bulunmak üzere davet etmişti.

Kendisi Almanya’da yetişmiş çok usta bir biniciydi. Fakat askerlik sanatını anlamış bir komutan değildi. Manevranın sonunda, ben, yetkim ve rütbem elvermediği halde, Paşa’yı bütün subayların önünde acı bir şekilde eleştirmiştim. Daha sonra Cumalı Ordugahı adlı küçük bir eser de yazmıştım. Suphi Paşa, gerek açıkça yaptığım bu eleştirilerden ve gerek yayınlanan bu eserimden dolayı pek üzüldü. Kendisinin itirafına göre, maneviyatı kırıldı.

Fakat, şahsen bana gücenmedi. Arkadaşlığımız devam etti. İşte Hilafet Ordusu’na buldukları komutan bu Suphi Paşa’dır. Paşa, sonradan Ankara’ya geldi. Geziye çıkıyordum. İstasyonda büyük bir kalabalık içinde biribirimizle karşılaştık. Kendisine ilk sorum şu oldu: Paşam niçin Hilafet Ordusu Komutanlığını kabul ettin? Suphi Paşa, bir an bile duraklamadan: Size yenilmek için cevabını verdi.

Bu cevabı ile anlatmak istiyordu ki, bu görevi özel bir maksatla kabul etmişti. Suphi Paşa, böyle bir duygu içinde bulunabilir. Fakat, gerçekte, komutayı üstüne aldığı zaman kuvvetleri zaten yenilmiş bulunuyordu.

Bolu, Düzce, Adapazarı ve İzmit dolaylarındaki bu isyan, bu defa 4 Haziran 1920 tarihine kadar üç aydan fazla sürdü. Fakat bundan sonra, 29 Temmuzda yeniden bir isyan oldu. Ancak, bundan sonra da, bu bölgede tamamen sakin kalınmış değildir.

Bununla birlikte, sonuç olarak asiler tamamiyle bozguna uğratılmış ve elebaşları, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kanunlarına teslim edilmiştir. Hilafet Ordusu’nun Bolu yakınlarında bulunan kısmı da bozguna uğratıldı.

Komutanı Binbaşı Hayri ve subayları Yüzbaşı Ali, Üsteğmen Şerefettin, Üsteğmen Hayrettin, Makineli Tüfek Subayı Mehmet Hayri, Tabur Katibi (131) Hasan Lütfi, Cerrah İbrahim Ethem Efendiler’e de öteki asi elebaşılarına yapılan işlem uygulandı. Hilafet Ordusu da, İzmit’ten İstanbul’a kaçmaya mecbur edildi.


 131) Taburun yazışmalarını yürüten askeri memur.

Yenihan, Yozgat ve Boğazlıyan isyanları

 

Paylaş; başkaları da faydalansın!

Bir Yorum Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.